Esas No: 2005/1-361
Karar No: 2005/401
Karar Tarihi: 22.6.2005
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/1-361 Esas 2005/401 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi |
: |
Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesi |
Günü |
: |
27.1.2005 |
Sayısı |
: |
442-6 |
|
|
|
|
|
|
Taraflar arasındaki “tapu iptali tescil tenkis“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesince Tapu iptali ve tescil davasının kabulüne tenkis davası konusunda da karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 6.4.2004 gün ve 2004/59-97 sayılı kararın incelenmesi Davalı vekili ve davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 9.6.2004 gün ve 2004/6377- 6996 sayılı ilamı ile,
(...Dava, ehliyetsizlik ve akde aykırılık iddialarına dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı taktirde tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, akde aykırılık nedeniyle iptal ve tescile karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden; davaya konu 28 ve 74 parsel sayılı taşınmazların 14.01.2002 tarihli akitle ve ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile miras bırakan tarafından davalıya temlik edildiği görülmektedir. Muris, akitten kısa bir sonra ölmekle birlikte, sağlığında davalının akit gereği yükümlülüğünde bulunan bakım borcunu yerine getirmediğini ileri sürmemiştir. Doğrudan miras bırakana ait bu hakkın ölümünden sonra mirasçıları tarafından kullanılması olanağı yoktur. Bu durumda, mahkemece anılan sebebe dayalı olarak davanın kabulü doğru değildir.
Ne var ki; davacılar akit tarihinde miras bırakanın ehliyetsiz olduğunu ileri sürmelerine rağmen bu yönde bir araştırma yapılmamıştır.
Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı, murisi A.nın 1912 doğumlu yaşlı, dul ve tek başına yaşayan bir kadın olduğunu, yaşlılık ve hastalık nedeniyle bilincinin yerinde olmadığını, 14.1.2002 tarihinde dava konusu iki parça taşınmazını davalı oğlu A.’e devrettiğini ve 27.1.2002 tarihinde evinde tek başına piknik tüpünde yemek yaparken eteğinin tutuşması sonucu öldüğünü, bu durumun davalının ölünceye kadar bakma görevini ihmal etmesi soncu meydana geldiğini ileri sürerek, ölünceye kadar bakma aktinin ve davalıya devredilen taşınmazların tapuların iptali ile muris adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı, ölünceye kadar bakma aktinin feshini ancak bakım alacaklısının isteyebileceğini, davacıların murisle ilgilenmediklerini, 1997 yılında eşinin ölümünden sonra kendisinin bakıp ilgilendiğini, ölünceye kadar bakma aktinden doğan görevlerini ihmal etmediğini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C-MAHKEME KARARINDA ÖZETLE: Mahkemece; Davalının sözleşme uyarınca annesi olan murisi yanına alıp bütün ihtiyaçlarını ekonomik ve sosyal durumuna uygun olarak sağlamadığı, murisin yaşı gereği bir evde tek başına yaşamasının yaşamın olağan akışına aykırı olduğu, eteklerinin tutuşması sonucu çıkan basit bir yangını dahi söndüremediğinden yanarak öldüğü, buradan da davalının ölünceye kadar bakma sözleşmesinden kaynaklanan görevini gereği gibi yapmadığının anlaşıldığı açıklanarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.
D-TEMYİZ AŞAMASI,BOZMA VE DİRENME: Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, yerel mahkemece; “ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptalini öngören kuralın mutlak olarak uygulanmasının adil olmayan sonuçlara götürebileceği, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin düzenlenme tarihi ile murisin ölüm tarihi arasında 13 günlük bir sürenin bulunduğu, murisin bu süre içinde sözleşmenin iptali davası açmasının olanaksız olduğu açıklanarak”, önceki kararda direnilmiştir.
E-UYUŞMAZLIK: Davacı mirasçının, akte aykırılık nedenine dayalı olarak ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptalini isteme hakkının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
F-GEREKÇE: Borçlar hukukunun düzenlediği ve belirlediği sözleşme türlerinden biri de ölünceye kadar bakma sözleşmesidir.
Bilindiği üzere;Ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (BK.m.511) Diğer bir anlatımla ivazlı (karşılıklı) sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşmeye konu malın mülkiyetini bakım alacaklısına kanunun öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (BK.m.514)
Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir.Bu gereksinimin sözleşmeden sonra doğması yada bakım alacaklısının çok kısa bir süre sonra ölmüş bulunması sözleşmenin geçerliliğine etkili değildir.
Borçlar Kanunu’nun 511.maddesi bakım alacaklısı yönünden gerçek kişi olması dışında özel bir nitelik öngörmemiştir. Aksi kararlaştırılmadıkça aktin, bakım alacaklısına sağladığı menfaatleri sosyal durumuna uygun ikamet, beslenme ve giyinme, görüp gözetme gibi ihtiyaçların karşılanmasıdır. (B.K.m.514) Bu ihtiyaçların karşılanmasını sağlayacak maddi desteğin ne olacağını önceden kestirmek mümkün olamaz.
Yaşamın devamı için gereken asgari şartları sağlayacak nafakaya borçlu olabilecek kimse ile ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapılmasını engelleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu’nun 517.maddesine göre; “Borçlunun üzerine düşen yükümlülüğe aykırı harekette bulunması, haklı bir nedenin ortaya çıkması, sözleşme ilişkisinin olanaksız duruma gelmesi veya çekilmez derecede zorlaşmış olması hallerinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi sözleşme taraflarının her biri tarafından feshedilebilir.Bu fesih beyanının diğer tarafa varması ile fesih gerçekleşir, dava açmaya gerek yoktur. Fesih üzerine diğer taraf olumsuz tespit davası açabilir.Sözleşmeden dönme koşulları yoksa hakim feshi kaldıracağı gibi, ölünceye kadar bakma yükümlülüğünü de irada (paraya) çevirebilir.
Borçlar Kanunu’nun 517.maddesine göre, bakım borcunun yerine getirilmediği iddiasıyla sözleşmeyi feshetme hakkı bakım alacaklısına tanınmış olup, alacaklının ölümü ile sözleşmede sona erer. Murisin sağlığında ölünceye kadar bakma borcunun yerine getirilmediği yönünde kullanılmayan fesih hakkı, bakım alacaklısının ölümü ile mirasçılarına geçmez.
Yargıtay’ın yaygınlık kazanmış görüşü de bu yöndedir. (YHGK. 25.12.2002 gün ve 2002/1-1057- 1110 sayılı ilamı, 5.2.2003 gün ve 2003/14-50-76 sayılı ilamı)
Açıklanan ilkelerin ışığında somut olaya bakıldığında; Muris A.’nın iki parça taşınmazını oğlu olan davalıya 14.1.2002 tarihinde resmi senet ile ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile devrettiği, 27.1.2002 tarihinde ise evinde çıkan bir yangın sonucu öldüğü anlaşılmaktadır. Murisin sağlığında, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin gereklerinin bakım borçlusu tarafından yerine getirilmediğini ileri sürmediği anlaşıldığından, doğrudan bakım alacaklısına ait olan ölünceye kadar bakma sözleşmesini fesih hakkının davacı mirasçılar tarafından kullanılamayacağı belirgin hale gelmektedir.
Öte yandan, miras bırakanın ehliyetsiz olduğu ileri sürülmesine rağmen bu yönde yeterli bir araştırma yapılmamıştır.
Bu durumda Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine 22.6.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.