Esas No: 2005/1-273
Karar No: 2005/332
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/1-273 Esas 2005/332 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi |
: |
Muğla 1.Asliye Hukuk Mahkemesi |
Günü |
: |
18.02.2005 |
Sayısı |
: |
2004/947 E, 2005/58 K. |
|
|
|
|
|
|
Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 7.11.2003 gün ve 2001/783 2003/1044 sayılı kararın incelenmesi davalı vekil tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 18.05.2004 gün ve 2004/3251 E, 5883 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali - tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu’nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2.maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi, vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3.maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2.maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacının Beyoğlu 13.Noterliğinin 18.10.1996 gün 36186 sayılı vekaletnamesi ile oğlu A.B."i, miras bırakanlarından intikal eden ya da edecek olan T.C. sınırları içindeki tüm taşınmazlarını dilediği bedelle dilediği kişilere satması ve taşınmazları ile ilgili tüm işleri yapması için genel vekil tayin ettiği, A. B."in tevkil yetkisini kullanarak Beyoğlu 37.Noterliğinde 17.06.1999 tarihinde düzenlenen vekaletname ile davacının maliki bulunduğu Ula İlçesindeki 2318 - 2304 - 2305 parsel nolu taşınmazlar ile Muğla merkezdeki 348 ada 1 nolu parseli, Beyoğlu 1.Noterliğinde 01.03.1999 tarihinde düzenlenen vekaletname ile 2760 nolu parseli, Beyoğlu 28.Noterliğinde 22.03.1999 tarihinde düzenlenen vekaletname ile 928 nolu parseli, Beyoğlu 37.Noterliğinde 10.02.1999 tarihinde düzenlenen vekaletname ile 1132 nolu parseli, Beyoğlu 37.Noterliğinde 15.06.1999 tarihinde düzenlenen vekaletname ile 1836 nolu parseli dilediği kişiye dilediği bedelle satması için dava dışı Y.A.ın davacıya ait 348 ada 1 sayılı parseli 22.06.1999 tarihinde 40.000.000.000.TL. bedelle, 1132 nolu parseli 04.03.1999 tarihinde 3.100.000.000.TL. bedelle, 2760 nolu parseli 04.03.1999 tarihinde 1.800.000.000.TL. bedelle, 928, 1836, 2304, 2305 ve 2318 nolu parselleri de 22.06.1999 tarihinde toplam 11.400.000.000.TL. bedelle kayınbiraderi olan davacıya satış suretiyle temlik ettiği, bilahare 1836 - 2304 - 2305 - 23118 sayılı parsellerin kayıtlarındaki "Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca askeri yasak ve güvenlik bölgesi içinde kalmaktadır" "Birinci derece arkeolojik sit alanı" şerhleri nedeniyle Hazineye ait 582 nolu parselle trampa edildiği, davacının tüm bu işlemlerden sonra 24.03.2000 tarihinde oğlunu vekillikten azlettiği kayden sabittir.
Öte yandan, tüm dosya içeriğinden ve özellikle davacının oğlu ile tanık anlatımlarından tarafların birbirlerini yakınen tanıdıkları, davacı ile vekil olan oğlunun birlikte yaşadıkları, aynı zamanda ticari ilişki içinde oldukları, davacının oğlu ile davalı arasında -da alacak borç ilişkisi bulunduğu, davacının akitler öncesinde ve sonrasında taşınmazı satma eğiliminde olduğu, taşınmazlarını satarak oğlunun borçlarını kapatmayı amaçladığı, bu amacın bir devamı olarak da oğlunu genel vekil tayin ettiği, nitekim oğlunun vekil Y.A. ile temliklerden sonra ibralaştığı anlaşılmaktadır. Davacının hem birlikte yaşadığı, hem iş ilişkisi içinde bulunduğu oğlunun süreklilik arz eden vekil tayin etme işlemlerinden ve satışlardan haberinin olmaması hayatın olağan akışına ters düşer.
Olaya yukarıdaki ilkeler ışığında bakıldığında, temliklerin davacının bilgisi ve iradesi doğrultusunda yapıldığı, her ne kadar akitteki bedeller ile saptanan gerçek bedeller farklı ise de, davacının satma iradesi karşısında bunun önem arz etmediği, temliklerde zararlandırma unsurunun gerçekleşmediği, dolayısı ile vekaleten temsil yetkisinin sınırlarının aşılmadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 11.05.2005 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava; temsil yetkisinin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayanılarak açılan taşınmaz satış sözleşmesiyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davanın kabulüne yönelik yerel mahkemenin direnme kararı Yüksek Genel Kurul çoğunluğunca Bozulmuştur.
Davacı vekili 12.10.2001 tarihli dava dilekçesinde: vekil edeni davacı Zühra Tennur Özçelik’in 1932 doğumlu olduğunu, oğlu A. B. Ö.’e işlerinin sevk ve idaresi için noterDEN genel vekaletname verildiğini, tevkil ve taşınmaz satış yetkisini de içerdiğini, A. B.’in tevkil yetkisine dayanarak kayınbiraderi Y.A.’ı vekil tayin ettiğini, aslında Yüksel’e verilen vekaletnamenin teminat amaçlı olduğunu, buna karşın Y. A.’ın üç ay gibi kısa bir süre içinde toplam 290.000 m2 yüzölçümlü dava dışı 2304,2305,2318,1836,928,2760 ve 1132 sayılı parselleri sadece 16.000.000.000 Tl.ye, dava konusu 348 ada 1 sayılı parseli ise, 40.000.000.000 Tl.ye, davalı ve eniştesi olan T. Ş.’e sattığını, gerçek değerleri ise; 3-4 Trilyon olduğu halde, toplam 56.000.000.000 Tl.ye bu taşınmazları tapuda T. Ş.e devrettiğini, vekalet görevini kötüye kullandığını belirterek davalı T.adına tapuda kayıtlı bulunan 348 ada 1 sayılı parselin tapu kaydının iptal ve tescili isteğinde bulunmuştur.
1-Temsil yetkisinin kötüye kullanılması bakımından olayın incelenmesi;
Yüksek Özel Daire yalnızca dava konusu parselin satışını değerlendirmek suretiyle bozma sevketmiştir. Satışı yapılan diğer parsellerin durumu ise gözardı edilmiştir. Halbu ki satışları yapılan dava dışı tüm parseller ile dava konusu parselin satışı birlikte bir bütün olarak değerlendirilmesi halinde ancak temsil yetkisinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının saptanması mümkün olabilir. Sadece dava konusu parselin durumu değerlendirmeye alınarak sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Temsil yetkisinin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için şu kriterlerin olayda gerçekleşmiş bulunması gerekir.
-
Geçerli bir vekaletin olması yani temsilcisinin temsil yetkisinin bulunması,
-
Zararlandırıcı bir işlemin olması yani temsilcinin, temsil yetkisini temsil ettiği kişinin “iradesine” ve “yararına”aykırı kullanmış olması,
-
Vekaleti alanla (satanla), satın alan arasında “iş ve el birliğinin olması” yani taşınmazları satın alan kişinin TMK.nun 3.maddesi anlamında kötü niyetli olması gerekir.
Ortada geçerli bir vekaletname bulunduğundan vekilin temsil yetkisine sahip olduğu açıktır.
Somut olayda, zararlandırıcı bir işlem ile vekaleti alanla satın alan arasında iş ve elbirliğinin olup olmadığının tartışılıp belirlenmesi uyuşmazlık konusu teşkil etmektedir.
Birinci vekil A. B. Ö., 1988 yılında babasının ölümü üzerine annesinden genel vekaletname almaktadır. Kendisi mimar olup 1958 doğumludur. Yurt dışında bir petrol işine girişmektedir. Bu işten beklediği para gelmeyince tefecilerden para alarak borçlarına kapatma yolunu tercih etmektedir. Yapılan bu borçlanma nedeniyle mali durumu bozulmuştur. Ve borca batık duruma düşmüştür. Bu sefer borçlarını kapatmak için ikinci vekil ve kayınbiraderinin eniştesi olan davalı Turhan Şahinle bağlantı kurmaktadır. Davalı T. A. B.e 129.500 $ borç verir. Ancak karşılığında 350.000 $ lık senet almaktadır. Bu karşılık başlı başına düşündürücü ve çarpıcı bir olgudur. Dolara ilişkin senet karşılıkları ödenmeyince davalı T. Ş.’in telkin ve tavsiyeleri ile ve ismen önermesi üzerine, A. B. Ö. , 17.6.1999 tarihinde vekaletnamedeki tevkil yetkisine dayanarak kayınbiraderi Y.A.ı annesine vekil tayin eder. A. B. bu vekalet devri konusunda annesinin haberi olmamasını ister. Esasen bu vekaletname aralarındaki konuşmalara göre davalı açısından bir teminat (güvence) olmak üzere yani davalı T.ın alacağını güvence altına alması sonucu verilen bir vekaletnamedir. Genel vekaletnamede satış yetkisi vardır. Ama verilen sözler ve duyulan güven nedeniyle öncelikle taşınmazların satılmaması amacını taşımaktadır. Ne var ki, Yüksel Aydın bu güveni bir kenara iter ve üç ay gibi kısa bir süre (4.3.1999-22.6.1999 tarihleri arasında ) içerisinde dava dilekçesinde de detaylı açıklandığı gibi dava dışı 7 parça taşınmazı gerçek değerleri 322.000.000.000 Tl.olduğu halde sadece, 16.000.000.000 Tl.ye uyuşmazlık konusu taşınmazın gerçek değeri 80.000.000.000 Tl.olmasına karşın sadece 40.000.000.000 Tl.ye davalı ve eniştesi olan T.’a tapuda satıp devretmektedir. (Dava tarihi 12.6.2001’dir)
Kısaca 8 parça taşınmazın keşifte ve dava tarihi itibariyle belirlenen gerçek değerleri 402.000.000.000 Tl.olmasına karşın sadece 56.000.000.000 Tl.ye satılmaktadır. Bu zararlandırıcı işlemin açık ve kesin bir kanıtı olmaktadır.
Alım-satım olayı; Enişte-Kayınbirader-Enişte üçlüsü arasında olmaktadır. Her nedense enişte A. B.’in verdiği 8 parça taşınmazın hepsi kayınbirader Y. A. tarafından eniştesi olan davalı T. Ş.e satılmaktadır. Yine her ne hikmetse bu taşınmazlardan bir tanesi olsun bir başka üçüncü kişiye satışı nasip olmuyor.
İşte bu durum; ikinci vekil Yüksel ile davalı-eniştesi T. Ş. arasındaki “iş ve elbirliği”nin açık ve kesin bir kanıtını oluşturuyor. Bunda duraksamak mümkün değildir. Öte yandan bu husus aynı zamanda; davalı Turhan’ın TMK.nun 3.maddesi gereğince iyi niyetli olmadığını gösterir. O halde TMK.nun 2.maddesi uyarınca da ikinci vekil Y. A. tarafından vekalet görevini kötüye kullanıldığını davalı-eniştesi T. biliyor ve bilebilecek durumda olduğunun kabulü gerekir.
Bu bakımdan TMK.nun 2.madde ve fıkrası anlamında hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olduğu bir gerçektir. Bu somut bilgiler karşısında, Y. ve T.’ın birlikte hareket ettikleri, iş ve elbirliği yaparak davacıyı bilerek ve isteyerek zarara uğrattıkları tartışılmayacak kadar açıktır.
Bunun dışında, Borçlar Kanunun 390/1. maddesine göre, vekilin borcu, aynı kanunun 321.maddesinde ifadesini bulan işçinin sorumlu olduğu özen borcu ile eş değerde olan bir yükümlülüktür. Buna göre vekil, sorumlu olduğu borcunu özenle ifa etmek (yerine getirmek) zorundadır. Yine vekilin “ sadakat ve ifa borcu “ söz konusudur. Bu şu demektir. Vekilin; temsil ettiği kişinin yararına ve onun iradesine (arzularına) uygun olarak hareket etme yükümlülüğü vardır. Şu halde, vekilin, saptanan olaylar silsilesi karşısında; vekalet görevini “ özenle ve sadakatle” yerine getirmediği, tam aksine kusurlu hareket ettiği somut bir olgudur. Vekil, sözleşmede (yada vekaletnamede); vekaletin nasıl yerine getirileceği konusunda bir açıklık bulunsun veya bulunmasın yine sonuca etkili olmayacak bir biçimde “özenle ve sadaketle” ifa borcunu yerine getirmek durumundadır.
Bundan ayrı, davacı 1932 doğumlu olup satışların yapıldığı tarihlerde 66-67 yaşlarında ilkokul mezunu bir ev kadınıdır. Üstelik hem bedensel ve hem de zihinsel özürlü bir çocuğu vardır. Ancak onun derdiyle uğraşmaktadır. Çocuğun bakımı için gerekli masrafları karşılayacak parayı bulmakta güçlük çekmektedir. Böyle güç bir durumda olan ve ancak bu dertleriyle uğraşabilen bir kişinin işlerini ve mallarını takip etmesi, denetlemesi olup bitenlerden haberdar olması ve oğlundan hesap sorması beklenmemelidir.
Vekalette; karşılıklı güven esastır. İşte bu güven enişte-kayınbirader-enişte üçlüsü tarafından iş ve elbirliği içinde yok edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Artık vekilin Borçlar Kanunun 390/2.maddesi gereğince vekil edenine karşı vekaleti hüsnüniyetle yerine getirdiğinden ve onun iradesine ve yararına uygun hareket ettiğinden söz edilmesi oldukça güçtür.
Bundan başka davacının ortak olduğu Limited Şirketin sermayesi 500.000.000 Tl.olup 1/5 pay yani 50.000.000 Tl.lik pay davacıya aittir. Kurulan Şirketten hareketle, davacının oğlunun borçlarını ödemek için vekalet verdiği ya da satışları bilerek yaptığı yönündeki görüş dosyadaki bilgi ve belgelerle doğrulanmamaktadır.
2-Yapılanın bağış olduğunun düşünülmesi bakımından olayın incelenmesi;
İkinci vekil Yüksel Aydın ile eniştesi T.Ş.’in bu olayda birlikte hareket ettikleri, iş ve elbirliği yaparak davacıyı bilerek zarara soktukları, yukarıda yapılan açıklamalarla saptanmış bulunmaktadır. Kayınbirader Y.8 parça taşınmazı aldığı vekaletname ile eniştesine 56.000.000.000 Tl.ye satmıştır. Gerçek değerleri ise 402.000.000.000 Tl.dir. Somut olayda Yüksel eniştesine satış yapmış gibi taşınmazları devretmiştir. Ancak gerçekten ise, “ bağışlama niteliği üstün olan “ bir işlem yapmıştır. Kayınbiraderin gerçek amacı bağış olduğuna ve bağışlama yetkisi de bulunmadığına göre yapılan temlik işleminin bu haliyle de geçerli sayılması olanağı yoktur. (1.Hukuk Dairesi 28.5.1974 tarih ve 4919 E.-3691 sayılı Kararı bu yöndedir, S.O. Borçlar Kanunu Şehri, cilt: 4, sayfa 184-185)
Tüm bu hukuki ve somut olgular karşısında DİRENME KARARININ ONANMASINA, karar verilmesi gerekirken, Yüksek Genel Kurulun Sayın Çoğunluğunca DİRENME KARARININ BOZULMASINA, karar verilmesi şeklinde gerçekleşen görüşlerine açıkladığım nedenlerle katılmıyorum. 11.05.2005