Esas No: 2005/21-66
Karar No: 2005/93
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/21-66 Esas 2005/93 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi |
: |
Ankara 4.İş Mahkemesi |
Günü |
: |
13.10.2004 |
Sayısı |
: |
2004/744-1313 |
|
|
|
|
|
|
Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali-yaşlılık aylığı bağlanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Ankara 4.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.2.2004 gün ve 2001/939-2004/8 sayılı kararın incelenmesi davalı SSK vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 15.6.2004 gün ve 3434-5920 sayılı ilamı ile,
(...Uyuşmazlık 3201 sayılı Yasaya göre yapılan borçlanma işlemini iptal eden Kurum işleminin iptali ile borçlanma işleminin geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tesbitine ilişkindir.
Davacının uzun yıllar Almanya" da işçi olarak çalıştıktan sonra yurt dışında 14.7.1972-18.8.1995 tarihleri arasında geçen hizmetlerine ilişkin, yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı Kuruma 3201 sayılı yasa uyarınca borçlanmış, prim borçlarını ödedikten sonra yaptığı başvuru üzerine kendisine yaşlılık ay lığı bağlanmıştır. Ancak daha sonra Almanya Sosyal Güvenlik Kuruluşundan getirtilen hizmet cetveline göre davacının 15.10.1995 tarihine kadar yurt dışında çalıştığı ve 26.12.1995 tarihine kadar da işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından, yurda kesin dönüş yapmadığı kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı iptal edilmiştir. Bunun üzerine davacı, Ankara 1.İş Mahkemesinin 1997/957 Esas ve 1997/2062 Karar sayılı dosyasında Sosyal Sigortalar Kurumunu hasım göstererek, Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptali, borçlanmanın geçerli olduğunun tesbiti ve kesilen aylıkların ödenmesi istemli dava açmıştır. Mahkemece yargılama neticesinde davanın kabulüne ilişkin karar Yargıtay 21.Hukuk Dairesince kesin dönüş şartı gerçekleşmediği gerekçesiyle 24.11.1997 tarihinde bozulmuş, bozma ilamına uyularak verilen davanın reddine dair karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Daha sonra davacı, Ankara 5.İş Mahkemesine 21.06.2000 tarihinde 2000/794 Esas sayılı dosya ile yeniden, Sosyal Sigortalar Kurumunu hasım göstererek, Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptali, borçlanmanın geçerli olduğunun tesbiti istemli dava açmıştır.Bu dava kesin hüküm nedeniyle reddedilmiş, Dairemizin 14.5.2001 tarihli ve 2001/3576 Esas ve 2001/3713 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
Davacı kesinleşen bu karardan sonra bu defa Ankara 4.İş Mahkemesinde 2001/939 Esas sayılı dosyasında dava açarak yeniden 3201 sayılı Yasa çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin 3201 sayılı Yasanın 3. maddesinin 1.fıkrasında yer alan "..yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş.." sözcüklerinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline ilişkin 12.12.2002 tarihli kararı uyarınca borçlanmayı iptal eden Kurum işleminin iptalini ve borçlanmanın geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tesbitini istemiş, mahkemece hükümde belirtildiği şekilde istemin kabulüne karar verilmiştir.
Oysa, uyuşmazlık konusunda daha önce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükümle çözümlenmiş olması olumsuz dava koşuludur. Maddi anlamda kesin hükümden söz edebilmek için HUMK."nun 237. maddesi uyarınca birinci ve ikinci davanın konusunun dava sebebinin (vakıalar) ve taraflarının aynı olması gerekir.
Ankara 5.İş Mahkemesinin ve Ankara 1.İş Mahkemesinin yukarıda özetlenen dosyaları kapsamında,
aynı davacı tarafından aynı davalı Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine, aynı maddi vakıalara dayanarak ve aynı isteklerle daha önce açılan davanın reddine ilişkin kararlar kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları, konusu ve maddi vakıaları önceki davalar ile aynı olup, kesin hükmün oluştuğu ortadadır.
Dava sebebinden maksadın, davacının dayandığı maddi vakıalar olduğu yolunda bilimsel görüşler ve yargısal kararlar söz birliği içindedir. Yeni bir niza söz konusu olmayıp, redle sonuçlanan 3201 sayılı Yasanın 3.maddesine dayalı ilk dava ile bu davanın vakıaları, diğer bir deyişle sebepleri aynıdır. Davacı her üç davada da yurt dışı borçlanmasının geçerli olmasını istemektedir. Birinci davada yurt dışı borçlanmasının geçerli olmadığı saptanmıştır. Borçlanmanın geçerli olmadığı yolundaki bu hüküm davacı yönünden bağlayıcıdır. Artık borçlanmanın geçerli olduğu yönünde yeni bir dava açamaz. İşbu davanın dinlenebilmesi için, bu vakıaların önceki davalardaki vakıalardan farklı olması gerekir. Son açılan davanın dayandığı vakıalar aynı, sadece dayandığı delil farklı ise (davacı Anayasa mahkemesinin iptal kararına dayanmaktadır) dava sebebi aynı olduğundan, bu davanın dinlenebilme olanağı yine yoktur.
Benzer bir olay nedeniyle Y.H.G.K."nun 5.2.2003 gün ve 2003/21-30-57 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere, kesin hükme karşı açılan ve tarafları, dava konusu, dava sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenebilmesine olanak olmadığı gibi, davanın görülmesinden sonra Anayasa Mahkemesince verilen 3201 sayılı Yasanın 3.maddesindeki yurda kesin dönüş koşulunun iptalini öngören kararın bu davaya etkisi yoktur. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez. İleriye etkili olur. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sonrasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir.
Bu nedenlerle mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kesin dönüş yapılmadığı gerekçesi ile iptal edilen, 3201 sayılı Kanuna göre yapılan borçlanma işleminin geçerli sayılması ve yurda kesin dönüş tarihi olan 18.05.1998 tarihinden itibaren aylığın yeniden bağlanması istemine ilişkindir.
A-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ : 1972 – 1998 tarihleri arasında yurt dışında işçi olarak çalıştığını, 1995 yılında 3201 sayılı Kanundan yararlanmak için borçlanma isteminde bulunmuşsa da, davalı kurum tarafından önce istemi kabul edilip aylık bağlandığını, arkasından aylık bağlama işleminin iptal edilip, bağlanan aylıkların kesildiğini, bu işlemin iptali için açtığı iki davanın, reddedildiğini, buna karşılık bu davada müvekkilinin yurda kesin dönüş yapmış olduğu 18.05.1998 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğini açıklayarak, davalı kurumun aksi yöndeki işleminin iptali ile 18.05.1998 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı, davacının 15.10.1995 tarihine kadar yurt dışında fiilen çalıştığı, 16.10.1995 ila 26.12.1995 tarihleri arasında hastalık ve işsizlik sigortası yardımı aldığı anlaşıldığından, yurda kesin dönüş yapmış sayılamayacağı gerekçesi ile borçlanma işleminin iptal edildiğini, davacının bu konuda daha önce açtığı iki davanın da reddedilip kesinleştiğini, bu nedenle görülmekte olan davanın da kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir.
C-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ : Mahkeme; davacının yargı kararları doğrultusunda işlem yapılması için Sosyal Sigortalar Kurumu Tahsisler Dairesine, 04.06.2001 tarihinde başvuruda bulunduğu, Kurumca davacı bakımından verilmiş bir yargı kararı bulunmadığından istem reddedildiği, davacının kesin dönüş yapmadan başvurmuş olduğu borçlanma işleminin, Anayasa Mahkemesi’nin 3201 sayılı Kanunun 3.maddesini iptal etmesi karşısında geçerli olduğu, davacının son tahsis talebi tarihinde yurda kesin dönüş yapmış olduğu anlaşılmakla, bu tahsis talebini takip eden aybaşından itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğine ve buna aykırı kurum işleminin iptaline karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME : Yerel mahkeme kararı, davalı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle karar bozulmuş, mahkeme; önce görülen ve kesinleşen mahkeme kararları ile görülmekte olan davanın hukuki sebeplerinin aynı olmadığını, önceki dosyalarda dayanılan yasa hükmünün Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilip, yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığını, bu durumda önceki kararların görülmekte olan dosya açısından kesin hüküm oluşturmayacağını açıklayarak, önceki hükmünde direnmiştir.
E-MADDİ OLAY : Davacı 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşların Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’dan yararlanarak yurt dışında geçen 14.07.1972-18.08.1995 devresine ait hizmetini 19.08.1995 tarihinde yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı kuruma borçlanıp, tebliğ edilen prim borcunu yasal koşullarına uygun şekilde ödemiştir. 18.12.1995 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunmuş, 01.01.1996 tarihinden geçerli olmak üzere de davacıya yaşlılık aylığı bağlanmış, daha sonra Kurumca Alman Sigorta Mercii’nden getirtilen hizmet cetvelinden davacının borçlanma ve tahsis talep tarihi ile sonrasında 26.12.1995 tarihine kadar yurt dışında işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından "yurda kesin dönüş yapmadığı" kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı tahsis işlemi iptal edilmiş, davacının, Ankara 1.İş Mahkemesinin 1998/1853 Esas ve 1998/66 Karar sayılı dosyasında 09.05.1997 tarihinde açtığı davada; Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden bu işleminin iptalini istemiş, mahkemece verilen davanın reddine ilişkin 18.02.1998 günlü karar temyiz edilmeksizin 27.02.1998 tarihinde kesinleşmiştir.
Bundan sonra davacı tarafından Ankara 5.İş Mahkemesinin 2000/794 Esas ve 2001/112 Karar sayılı dosyasında 21.06.2000 tarihinde açılan davada, davacı 1995 yılı itibarıyla borçlanmasının kabulünün gerektiğini, olmadığı takdirde ise 1998 tarihinde yurt dışındaki kaydını silerek kesin dönüş yaptığından borçlanma işleminin 18.05.1998 tarihi itibarıyla geçerli olduğunun tespiti ile, Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptalini istemiş, mahkemece kesin hüküm nedeniyle davanın reddine dair verilen karar Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 14.05.2001 tarih ve 2001/3576 Esas ve 2001/3713 Karar sayısı ile onanarak, 14.05.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
F-GEREKÇE: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davacı tarafından daha önce açılıp, kesinleşen; "Kurum işleminin iptali ile borçlanmanın geçerli olduğunun tespitine" yönelik davanın "reddine" ilişkin mahkeme hükmünün açılan bu davada, talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği, 3201 sayılı Kanunun 3.maddesinde yazılı, "yurda kesin dönüş yapma" koşulunu iptal eden ve 25.04.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 12.12.2002 gün ve 2000/36-2002/198 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının kesin hükme karşın eldeki davaya etkisinin olup olmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından "dava şartı" ile "kesin hüküm" kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu Düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.
Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması da (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K.m.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay"da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, varsa davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay"da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası bozmadan sonrada ileri sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.
Yeri gelmişken, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasa Mahkemesi’nin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme (ex tunc) etkisinin hukuki kapsam ve uygulama alanı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtelim ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğurur. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının etkisi henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalar yönünden geçerlidir.
Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının (ex tunc) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır (Anayasa m. 153).
Genel Kuruldaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce üzerinde durulan bir başka husus da, yaşlılık aylığının hukuksal niteliğidir. Bu anlamda yaşlılık aylığının Anayasal ve yasalar karşısındaki konumuna göre sürekli kullanılması zorunlu bir hak olduğu ve bu haktan vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı vurgulanmış ve kesin hüküm dahil diğer özel hukuk alanında yer alan kurumlarla karşılaştırılamayacağı ve bu kurallarla açıklanamayacağı, sosyal güvenlik hukuku çerçevesinde çözümü gerektiği vurgulanmıştır. Ne var ki, Anayasa’nın 153/V maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından bir istisna tanınmadığı konusunda bir kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.
Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında kargaşaya neden olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu hükmün Anayasa’da yer almasının nedeni, 1961 Anayasası"nın 150.maddesinin gerekçesinde "içtimai huzur mülahazasına" dayandırılmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunması hukuk devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürümeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa’nın 2.maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesi kararlarının mahkemeleri bağlayıcı niteliği açıktır. Bu etki yukarıda da açıklandığı üzere, hem kararın yayımlanması ile ortaya çıkar hem de yayımlandığı sırada derdest olan davalar açısından etkiye sahip olabilir.
Uyuşmazlığın çözümünde akla gelebilecek bir başka yön ise; borçlanmanın geçerliliği için aranan fakat, Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilen "kesin dönüş" koşuluna bu kez geçerlilik koşulu olarak yer vermeyen, 06.08.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 56.maddesi ile 3201 sayılı Kanunun 3.maddesine getirilen yeni düzenlemenin, aynı nedene dayalı iptal ile oluşan kesin hükme etkisinin olup olamayacağıdır.
Yasa değişikliği ile getirilen bir düzenlemenin, ancak bu yönde bir ihya hükmü içermesi durumunda buna olanak bulunmaktadır. Ne var ki anılan yeni düzenlemede bu tür bir hükme yer verilmemiş olması karşısında, kesin hüküm olgusu nedeniyle oluşan hukuksal engeller tekrar karşımıza çıkmaktadır.
3201 sayılı Kanun, kendisinden önce yürürlükte bulunan 2147 sayılı Kanun ile birlikte; yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarına; yurt dışında çalıştıkları süreleri, döviz karşılığı borçlanma ve buna bağlı yaşlılık sigortasından yararlanma hakkı vermiş ve bu kişilerin, yurt dışındaki ülke sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında sosyal güvenliklerine gerek kalmaksızın Anayurt Türkiye"de sosyal güvenceye kavuşma hakkı tanımıştır. Böylece Türkiye"de çalışıp, belli bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunan Türk vatandaşları ile yurt dışında çalışanların sosyal güvenceleri açısından bir farklılık kalmamıştır.
Davanın yasal dayanağı olan 3201 sayılı Kanunun 3.maddenin iptal öncesi orijinal metninde;
“Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş tarihinden itibaren yazılı istekte bulunmak ve yurt dışında geçen sürelerin tamamını veya dilediğini döviz olarak ödemek şartıyla borçlanabilirler..."" hükmüne yer verilmiştir.
Diğer taraftan "aylık tahsisi ve aylığın başlama tarihi" başlıklı 6.maddede;
"A.)Bu kanuna göre değerlendirilen sürelere istinaden aylık tahsisi yapılabilmesi için;
a)Yurda kesin dönülmüş olması,
b)Tahakkuk ettirilen döviz borcunun tamamının ödenmiş olması;
c)Döviz borcunun tamamının ödenmesinden sonra yazılı istekte bulunulması şarttır.
Yukarıdaki şartları yerine getirenlerden tahsise hak kazananların aylıkları, yazılı istek tarihini takip eden ay başından itibaren başlatılmak üzere ilgili sosyal güvenlik kurumu kanunu hükümlerine göre bağlanır.
B.)Bu kanunun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında çalışmaya başlayanların çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ay başından itibaren aylıkları kesilir. Bunlardan yeniden kesin dönüş yapanların, bu hizmetlerini 4"ncü madde hükümleri gereğince borçlanmaları şartıyla aylıkları bu süreler de dikkate alınarak yeniden hesaplanır.
Bu borçlanmayı yapmayanların eski aylıkları yurda kesin dönüş tarihini takip eden ay başından itibaren müracaatları üzerine tekrar ödenmeye başlanır.”
Hükmü bulunmaktadır.
Konu ile ilgili temel hukuk kurallarının açıklanmasından sonra bu ilkelerin ışığında somut olayı değerlendirdiğimiz de;
Ankara 5.İş Mahkemesi’nin 14.03.2001 gün ve 2000/794 E. ve 2001/112 K. sayılı dosyasının yukarıda açıklanan içeriğinden anlaşılacağı üzere; aynı davacı tarafından davalı SSK aleyhine aynı maddi vakıalara dayanılarak ve aynı isteklerle (18.05.1998 tarihi itibarıyla borçlanma işleminin geçerliliği) dava açılmış, yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş ve Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları ve konusu önceki dava ile aynı olup, dayandıkları maddi vakıalar da aynıdır. Bu açık durum karşısında kesin hükmün varlığında kuşku bulunmamaktadır. Kesin hükme rağmen açılan ve tarafları, dava konusu, sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenmesine olanak bulunmadığı gibi, bu ikinci davanın yargılama aşamasında verilen Anayasa Mahkemesi iptal kararının yine yukarıda açıklanan ilkeler karşısında bu davaya etkisinin olabileceği de düşünülemez. Diğer önemli bir husus ta, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (H.U.M.K. Md.237) çözümlenmiş olmasının dava şartı olması ve olumsuz dava şartı olarak nitelendirilen bu nedenin başkaca bir araştırma yapılmaksızın, davanın salt bu yönden reddini gerektirmesidir. Kısacası; eldeki davada davanın görülebilirlik şartları yoktur ve ileriye etkili olacak bir iptal kararının bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının kural olarak Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeyeceği açıktır. Daha açık anlatımla, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Hal böyle olunca; mahkemece Özel Dairenin bozma ilamına uyularak davanın kesin hüküm nedeniyle reddi gerekirken direnilmesi yerinde olmamıştır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 23.02.2005 günü oyçokluğu ile karar verildi.