Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/21-806 Esas 2006/814 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2006/21-806
Karar No: 2006/814
Karar Tarihi: 20.12.2006

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/21-806 Esas 2006/814 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2006/21-806 E.  ,  2006/814 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Bolu İş Mahkemesi
    TARİHİ : 09/10/2006
    NUMARASI : 2006/229-273

    Taraflar arasındaki “menfi tespit-iptal" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bolu İş Mahkemesince davanın reddine  dair verilen 26.12.2005 gün ve  2005/206-209  sayılı kararın incelenmesi  davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 3.7.2006     gün ve  2006/2234-7260 sayılı ilamı ile, (..…Davacı, davalı kurum tarafından davacı aleyhine tahakkuk ettirilen 1997/1998 yıllarına ait prim borçlarının zamanaşımına uğradığını bu nedenle kurum işleminin iptalini istemiştir.
    İstem, mahkemece zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmişse de, bu sonuç usul ve yasaya uygun görülmemiştir.
    Uyuşmazlığın, yasal dayanağı olan 506 sayılı Yasa’nın 80.maddesinde kurum alacaklarının tahsili yönünden 6183 sayılı Yasa kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir. Anılan yasa maddesinin 5.fıkrasında 29.07.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte, kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun gecikme zammına ilişkin 5l.maddesinin dışındaki hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştü. Çünkü aynı kanunla 506 sayılı Kanunun 80.maddesinin beşinci fıkrasında yapılan aynı değişiklikle gecikme zammının usul ve esasları özel olarak düzenlenmişti. Bu nedenle, kurumun alacaklarının tahsilinde 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun 51.maddesi hariç diğer maddeleri uygulanmaktaydı. Bunun sonucu olarak, kurum alacaklarının tahsil zamanaşımı konusunda daha önce istisna tutulmadığı için 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun 102.maddesi uygulanmaktaydı. Anılan hüküm, “Tahsil Zamanaşımı” başlığı altında “Amme alacağı vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar biçiminde düzenlenmiştir. Dolayısıyla, 506 sayılı Kanunun 80.maddesinde 5198 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce Kurumun süresinde ödenmeyen prim ve diğer alacakları 6183 sayılı Kanunun 102. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına uğramaktaydı.
    5198 sayılı Kanun 11 maddesiyle, 506 sayılı Kanunun 80.maddesinde yapılan değişiklik sonucu Kurumun süresinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanunun 102.maddesinin de uygulanmayacağı öngörülmüştür. Bu durumda; Kurumun sigorta primlerinden doğan alacakları eskiden olduğu gibi genel hükümler uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olacaktır.(B.K. md.125)
    Somut olayda, K..... Ltd. Şti. ye ait iş yerinin 1997 yılı Ağustos-Eylül-Aralık ayları ile 1998 yılı Nisan ve Kasım aylarına ait aylık sigorta Prim bildirgelerinden dolayı prim tahakkuk ettirilmiş olduğu, bu nedenle 5198 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 06.07.2004 tarihinden önceki döneme ait kurum alacakları için 6183 sayılı Kanunun 102.maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.
    Ne varki, davacı şirket temsilcisi dava dilekçesinde, beş yıllık zamanaşımından, bahsettikten sonra asıl ana parayı ödemek istediğini açıkça belirtmiştir. Bu durumda mahkemenin ana para ile ilgili talebin reddine karar verilmesi sonuç itibariyle doğru olmuş ise de, davacının bu kabulü alacağın ferilerini kapsamıyacağından gecikme zammı ile ilgili talebin yukarda bahsedilen zaman aşımı nedeni ile kabulü gerekirdi. Davacı vekilinin daha sonra verdiği dilekçe ile borcun aslını kabul etmediklerine ilişkin beyanda davacının dava dilekçesindeki beyanı karşısında kabule değer görülemez.
    O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
     TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
      HUKUK GENEL KURULU KARARI
    Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, prim borçlarının zamanaşımına uğradığı iddiasına dayalı menfi tespit ve kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
    Prim ve gecikme zammı yönünden Sosyal Sigortalar Kurumunun alacak hakkı, Borçlar Kanununun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi iken, 506 sayılı Kanunun 80. maddesinde 3917 sayılı Kanun ile yapılan ve 8.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren; “Kurumun, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun hükümleri uygulanır...” hükmü uyarınca Kurum alacakları yönünden 6183 sayılı Kanunun zamanaşımına ilişkin 102 vd. maddeleri geçerli olmuştur.
    Ne var ki, 506 sayılı Kanunun 80. maddesinde değişiklik yapan 5198 sayılı Kanun uyarınca, 6183 sayılı Kanunun 102. maddesinin, Kurumun süresinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde uygulanmayacağı hükme bağlamış bulunmaktadır. Bu düzenleme karşısında Kurumun sigorta priminden doğan alacakları 3917 sayılı Kanun değişikliğinden önce olduğu gibi Borçlar Kanununda belirtilen 10 yıllık zamanaşımı süresine bağlı olacaktır.
    Burada uyuşmazlık; Kanun değişikliğinden önce tahakkuk eden prim ve faiz alacakları yönünden uygulanması gereken zamanaşımının, Borçlar Kanununun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı mı, yoksa 6183 sayılı Kanunun 102. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresi mi olacağı noktasına toplanmaktadır.
    Hemen belirtelim ki, kanunlarda aksine bir düzenleme yer almaması halinde zamanaşımı başlangıcı yönünden “zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihte başlayacağı...” na ilişkin Borçlar Kanununun 128. maddesi hükmü dikkate alınmalıdır.
    Muacceliyet anının belirlenmesi, zamanaşımının başlangıcının ve buna bağlı olarak, somut uyuşmazlıkta uygulanacak yasa hükmünün saptanmasında önem taşımaktadır.
    Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç, ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir. Borcun ifası için öngörülen vade kanundan, işin özelliklerinden yada dürüstlük kuralından çıkarılamıyorsa, bu durumda, BK m. 74 hükmü gereğince, borcun “hemen ifa ve derhal icrası talep edilebilir” hükmü uygulama bulacaktır.
    506 sayılı Kanunun 80. maddesi, prim borcunun en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödeneceğini, 6183 sayılı Kanunun 102. maddesi, “amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrayacağı” hükme bağlanmıştır.
    506 sayılı Kanunun 80.maddesi ile prim borcunun vadesinin belirlenmiş olması karşısında, kurum alacağının anılan tarihte muacceliyet kesbedeceğİ belirgindir.
    Yargılamaya konu prim alacağı 1997 ila 1998 devresinde tahakkuk ettirilmiş ve gecikme zammının bu tarih itibariyle başlatılmış olması karşısında, anılan devrede yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanunun 80. maddesi uyarınca, kurum alacaklarının tahsilinde gözetilecek zamanaşımı süresi 6183 sayılı Kanunun 102. maddesi uyarınca 5 yıl olarak belirlenmelidir.
    5198 sayılı Kanunun 11. maddesi ile anılan Yasanın 80. maddesine getirilen düzenlemenin, yürürlük tarihi olan 6.7.2004 tarihinden sonra muaccel olan alacaklara uygulanması gerekmektedir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.09.2006 gün ve 2006/21-546-565 sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
    Ne varki, davacı şirket temsilcisi dava dilekçesinde, 5 yıllık zamanaşımından, bahsettikten sonra asıl ana parayı ödemek istediğini açıkça belirtmiştir. Bu durumda mahkemenin ana para ile ilgili talebin reddine karar verilmesi sonuç itibariyle doğru olmuş ise de, gecikme zammı ile ilgili talebin yukarda bahsedilen zaman aşımı nedeni ile kabulü gerekirdi.
    Hal böyle olunca, Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında açıklanan gerekçelerle H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 20.12.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

     

    Hemen Ara