Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/21-703 Esas 2006/728 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2006/21-703
Karar No: 2006/728

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/21-703 Esas 2006/728 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2006/21-703 E.  ,  2006/728 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Manisa İş Mahkemesi
    TARİHİ : 19/07/2006
    NUMARASI : 2004/813- 2006/1393

     Taraflar arasındaki “iptal-tespit davası"ndan“ dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 16.02.2004 gün ve 2003/67 E. 2004/26 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 01.06.2004 gün ve 2004/1921 E. 2004/5324 K. sayılı ilamı ile, (...Davacı ölen eşinin; 9.7.1990-24.2.1995 tarihleri arasında bulunan vergi kaydı nedeniyle, bu dönemde Bağ-Kur’lu sayılması gerektiğinin tesbiti ile; kendisine ölüm aylığı bağlanmasını talep etmiştir. Mahkemece istem gibi davanın kabulüne karar verilmiş ise de varılan sonuç usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
    Gerçekten 1479 sayılı Yasa’da 506 sayılı Yasanın 79.maddesine koşut geçmiş Bağ-Kur hizmetlerinin tesbitine ilişkin bir düzenleme mevcut değildir. Hal böyle olunca geçmiş Bağ-Kur hizmetlerinin tesbitine karar verilmesine yasaca olanak bulunmamaktadır. Ancak ek geçici madde 13’e göre sigortalı olarak kayıt ve tescilli bulunmak kaydı ile vergi dairelerine kayıtlı olarak kendi nam ve hesabına bağımsız çalışmalarını belgeleyen sigortalılar belgeledikleri süreyi borçlanabilirler.
    Somut olayda; davacı eşinin sağlığında Bağ-Kur’a hiçbir zaman kayıt ve tescili olmadığı için, borçlanma talebinde de bulunmamıştır. Yine davacı murisinin Bağ-Kur’a önceden kayıt ve tescili olmadığından 4956 sayılı Kanunun 47. maddesi ile eklenen geçici 18. madde hükmünden yararlanması da mümkün değildir.
    Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
    HUKUK GENEL KURULU KARARI
    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 15.11.2006 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
    KARŞI OY YAZISI
    I-1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu uyarınca; her hangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; gelir vergisi mükellefi olanlar ile gelir vergisinden muaf olanlardan, Esnaf ve Sanatkarlar Sicili ile meslek kuruluşuna kayıtlı bulunanlar (24/I-a md) zorunlu sigortalı olarak yasa kapsamında yer almaktadırlar.
    1479 sayılı Kanun, “esnaf ve sanatkarlar ve diğer bağımsız çalışanlara” kanunda yazılı sosyal güvenlik hükümlerini uygulama amacını taşımakta olup, 26. madde ile sigortalı olma hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağını, bu Kanuna göre sigortalı sayılanların, sigortalı sayıldıkları tarihten itibaren üç ay içinde Kuruma başvurarak kayıt ve tescil yaptırmalarının zorunlu olduğunu, aksi durumda Kurum tarafından re’sen tescil işleminin yapılacağı hükme bağlanmış, ilgili Yönetmelik uyarınca da; en geç üç ay içerisinde müracaatta bulunmayarak, Bağ-Kur"a giriş bildirgesi doldurmayanlardan; gelir vergisi mükellefi olanların, vergi dairelerinden veya mal müdürlüklerinden alınacak bilgi ve belgelere istinaden tescillerinin Kurumca re’sen yapılacağı ifade edilmektedir.
    Yasada engel bir düzenleme bulunmaması halinde, anılan mevzuat hükümleri uyarınca Bağ-Kur sigortalılık koşullarını taşıyan bir kişinin resen tescil edilmesi yasal zorunluluktur.
    Bağ-Kur Kanununda, sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin 20.04.1982 tarihinden itibaren başlatılacağını öngören ek-geçici 13 ve 16, 04.10.2000 tarihinden itibaren başlatılacağını öngören geçici 18. maddelerde belirtilen, bir anlamda sigortalılık hak ve yükümlülükleri yönünden yeni yürürlük tarihleri öngören düzenlemelere yer verilmiştir.
    Anılan maddelerde ifade edilen tarihler dikkate alınarak, sigortalılık niteliği hakkında tereddüt bulunmayan kişilerin sigortalılık durumlarının tespitine engel bir durum bulunmamaktadır. Yasalarca tanınan bir hakkın, içtihat yoluyla kaldırılması mümkün değildir.
    Bağ-Kur Kanununda 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesine koşut bir düzenlemenin bulunmadığına ilişkin değerlendirmeye;
    a) Bağ-Kur Kanununun 24. maddesinde sigortalılık için aranan vergi, sicil, oda ve maddede sayılan şirket ortaklıklarına (vd) ilişkin kayıtların bulunmaması karşısında, kayıtsız ve tescilsiz geçen süreler yönünden;
    b) Belirtilen kayıtların bulunması halinde ise; ek-geçici 13, 16 ve geçici 18. maddelerinde, sigortalılık hak ve yükümlülüklerinin başlaması için öngörülen tarihlerden itibaren borçlanma hakkının anılan düzenlemelerde belirtilen -hak düşürücü- süreler dahilinde kullanılmaması halinde, bu sürelerin bitiminden itibaren Bağ-Kur sigortalılığının tespitine olanak bulunmadığı anlamında geçerlilik tanınabili (HGK’nun 03.11.2004 gün ve 2004/10-524-581 sayılı kararı).
    Davacının, Bağ-Kur’a tescil için başvurduğu 10.01.2003 tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemelere bakıldığında; sigortalılık hak ve yükümlülüklerinin 04.10.2000 tarihinde başlatılmasınailişkin 619 sayılı KHK’nin Geçici 1. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 26.10.2000 günlü kararı uyarınca iptal edildiği ve yine aynı tarih ile sigortalılık hak ve yükümlülüklerinin başlatılmasına ilişkin olarak 4956 sayılı Kanunun 47. maddesiyle Bağ-Kur Kanununa eklenen geçici 18. maddesinin 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş olması karşısında, gerek vefat ve gerekse Bağ-Kur’a tescil tarihinde sigortalılık hak ve mükellefiyetinin 04.10.2000 tarihinden başlatılmasına ilişkin bir düzenleme yürürlükte bulunmayıp, ek-geçici 13. madde hükmü dikkate alındığında, (sigortalılığa ilişkin aranan yasal koşulların varlığı halinde) 20.04.1982 tarihine kadar ki geriye yönelik devre için sigortalılığın tespitine olanak bulunmaktadır.
    Görüldüğü üzere; anılan Kanunun sigortalılık için aradığı koşullar dikkate alındığında, davacının eşinin zorunlu sigortalı olarak Bağ-Kur kapsamında değerlendirilmesinde, hak ve yükümlülüklerin, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışma olgusunun gerçekleşmiş olması karşısında, vergi mükellefiyetinin oluşturulduğu 1990 yılı ile başlatılması gerekmektedir.
    II- Bunun dışında; geçici 18. madde, “Bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 4.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetleri 4.10.2000 tarihinden itibaren başlayacağını, ancak, bu Kanuna göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olanların sigortalılıklarının, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde Kuruma yazılı olarak başvurmaları ve 20.04.1982-04.10.2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını belgelemek ve belgelenen bu sürelere ilişkin olarak prim borçlarının tamamını, tebliğ tarihinden itibaren bir yıl içinde ödemek kaydıyla bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirileceğine amirdir.
    Anılan madde, tasfiye niteliğinin dışında, bir borçlandırma hükmü de içermektedir.
    Borçlanma hakkı, 04.10.2000 tarihinden sonra Bağ-Kur’a tescil edilmiş olanlardan, daha önce vergi kaydı bulunanlara tanınmıştır (Prof. Dr. Ali Güzel-Arş. Gör. Saim Ocak: İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 2004, Sayı 3, s;890). Borçlanma hakkından yararlanabilmek için belirtilen tarihten önce kayıt ve tescili öngören Daire kararı bu yönüyle de isabetli bulunmamaktadır.
    Davacının, muris eşi nedeniyle Kuruma başvurusu tescil niteliğinde olup, yasanın yürürlük tarihinden önce açılmış davanın ise süresinde yapılmış borçlanma başvurusu olarak kabulü gerekmektedir. Aksi düşünce, yasanın yürürlüğünden önce vefat eden sigortalıların hak sahiplerinin, anılan borçlanma hükmünden yararlanamamaları durumunu doğacaktır ki, bu da Anayasa önünde eşitlik kuralının ihlali anlamına gelecektir.
    Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde; davacının eşinin vergi mükellefiyetinin bulunduğu 1990-1995 yılları arasında Bağ-Kur zorunlu sigortalısı olarak kabulünün gerekmesi ve gerekse geçici 18. madde ile tanınan borçlanma hakkı için aranan koşulların somut uyuşmazlıkta gerçekleşmiş olması karşısında yerel mahkemenin bu yönlere ilişkin direnme kararı isabetli olup, Sayın çoğunluğun Daire kararını isabetli bulan görüşüne katılamamaktayım. KARŞI OY YAZISI
    Davacı murisi Ü. Y.’ın 9.7.1990 -24.2.1995 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğu halde 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 24.8.2000 tarih ve 619 sayılı kanun hükmünde kararname ile değişik 26. maddesi uyarınca kurumca sigortalı sayıldığı tarihten itibaren üç ay içinde Kuruma başvurarak kayıt ve tescillerini yaptırmadığı gibi, Kurumca resen kayıt ve tescil edilmediği anlaşılmaktadır.
    Davacı mirasçının 10.1.2003 günlü giriş bildirgesi Kurumca , 619 sayılı KHK’nin yürürlüğe girdiği 4.10.2000 tarihinden sonrası için vergi kaydı arandığı, Ü.Y.’ın 24.2.1995 tarihinde vergi kaydı silindiğinden işleme alınmamıştır.
    Davacı murisinin 9.7.1990 -24.2.1995 tarihleri arasında ( gerçek usülde) vergi kaydı , 14.5.1987 tarihinden 29.11.2001 tarihine kadar Salihli Şoförler ve Otomobilciler Odası kaydı, 14.5.1987-23.7.2002 tarihlerine ilişkin dönemde ise Esnaf ve Sanatkar Sicil memurluğu kaydı bulunduğu 30.11.2001 tarihinde vefat ettiği görülmektedir.
    1479 Sayılı Bağ-Kur Kanununa 24.7.2003 tarihinde kabul edilip 2.8.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile eklenen geçici 18. madde de ; bu Kanuna göre sigortalılık niteliğini taşıdığı kuşkusuz murisin 4.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescili yapılmamış olduğundan Sigortalılık hak ve mükellefiyetleri 4.10.2000 tarihinde tescil edilmek suretiyle başlayacaktır.
    Bağ-Kur Kanununda doğal olarak kendi adına bağımsız çalışanların kendi aleyhlerine hizmet tespiti davası açmaları öngörülmemiştir.Bu nedenle Bağ-Kur’a tabi olacakların geçmiş hizmetlerinin değerlenderilmesini sağlamak için kanımca yasakoyucu boçlanma yoluyla Anayasanın 2 ve 65. maddesi uyarınca sosyal güvenlik koruması altına girecek kişilerin sayısını arttırmak istemektedir.Genellikle borçlanma hükümleri kurumun aktüeryal dengesini korumayı da gözetmektedir.
    Bu nedenle 4.10.2000 tarihine kadar Kuruma kayıt ve tescili yapılmamış kişilerin 2.8.2003 tarihinden itibaren altı ay içinde Kuruma yazılı olarak başvurmaları , 20.4.1982-4.10.2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını ibraz etmek ve prim borçlarının tamamanın bir yıl içinde ödeme tarihinde bulundukları gelir basamağının yürürlükte olan pirim tutarı ödemek kaydıyla bu süreleri borçlanabilmelerine geçici 18. madde de olanak tanınmıştır. Yasa hükmü yorumlanırken sözüne sadık olunması gerektiği gibi, amacının da dikkate alınması gerekir.
    Davacı anılan Kanun hükmüne uygun borçlanmayı yapmış Kurum borcu tahsil etmiştir. Kurum murisin 4.10.2000 tarihinden sonra vergi kaydı bulunmadığından borçlanılan süreyi sigortalılık süresinden saymamıştır.
    Kurumun bu işlemi 1479 sayılı kanunun geçici 18. maddesine aykırı olduğu gibi Medeni Kanunun 2. maddesine de uygun bulunmamaktadır.Mahkemenin 1479 Sayılı Kanunun geçici 18. maddesine uygun borçlanma talebini kabulü isabetlidir.
    Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararının uygun olduğu görüşüyle sayın çoğunluğun bozma kararına katılam
    KARŞI OY YAZISI
    Hizmet akdi ile bir işverene bağlı olarak çalışan 506 sayılı Kanuna tabi sigortalıların primleri işverence karşılandığından söz konusu Kanunun 79. maddesinde sigortalılara işverene karşı hizmet tespiti davası açarak bildirim dışı çalışmaların tespitini sağlama imkanı tanınmıştır. 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ-Kur sigortalılarının bir işvereni olmadığı ve kendi sigorta primlerini bizzat kendileri Kuruma yatırmakla yükümlü oldukları için 506 sayılı Kanundan farklı olarak 1479 sayılı Kanunda sigortalının hizmet tespiti davası açmasına imkan tanınmamış olmakla birlikte sigortalılığa esas vergi kaydının bulunduğu geçmiş sürelere kanunkoyucu çıkardığı kanunlarla zaman zaman bir hak tanıyarak bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirilmesi imkanını getirmiştir.
    İşte bu amaçla ilk defa 2654 sayılı Kanun ile 1982 de ve daha sonra 3165 sayılı Kanun ile 1985 de sigortalılara geçmişte vergiye kayıtlı oldukları sürelere ilişkin prim borçlarını belirli sürede ödemek şartıyla değerlendirme imkanı tanınmış, bilahare 2000 yılında 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 1. maddesi ile bu uygulama tekrar yürürlüğe konmuş ise de Kanun Hükmünde Kararnamenin Anayasa Mahkemesince iptali üzerine iptal dönemide gözetilmek suretiyle son olarak 4956 sayılı Kanun ile bu konuda yeni bir düzenleme yapılarak bu kanunun 47. maddesiyle 1479 sayılı Kanuna eklenen Geçici 18.maddesinde “sigortalılık niteliği taşıdıkları halde kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların hak ve yükümlülükleri 04.10.2000 tarihinden itibaren başlar” denildikten sonda bu şekilde tescil edilen sigortalılara 20.04.1982 ile 04.10.2000 tarihleri arasındaki vergiye kayıtlı oldukları sürelere ilişkin prim borçlarını ödemek şartıyla değerlendirileceği kurala bağlanmıştır.
    Özel Daire, Geçici 18. maddenin uygulanabilmesi için davacının 04.10.2000 de Kuruma tescil edilmiş olması gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararını bozmuş ise de bu gerekçe de isabet olmadığı düşüncesindeyim.
    Zira söz konusu madde hükmü açıktır. Maddede 04.10.2000 tarihinin esas alınmasının amacı Anayasa Mahkemesince 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin iptali üzerine ortaya çıkan yasal boşluğa hukuki nitelik ve Kanun Hükmünde Kararname gereğince yapılan işlemlere yasallık tanımaktan ibarettir. Kanun Hükmünde Kararnamenin 04.10.2000 tarihli Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, Anayasa Mahkemenin iptal kararının ise 08.08.2001 de yürürlüğe girdiği gözetilirse, iptal kararı üzerine bu iki tarih arasında yasal boşluk doğmuş ve Kurumca bu Kanun Hükmünde Kararnameye göre yapılan işlemler yasal dayanağını yitirmiştir. İşte son defa çıkarılan Geçici 18. madde ile uygulamanın 04.10.2000 tarihe götürmesinin sebebi budur.
    Kurum, bu hüküm uyarınca sigortalının başvurusu üzerine veya resen geçmişte sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 04.10.2000 e kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış sigortalıları tescil edecek ve istek halinde 20.04.1982 ile 04.10.2000 arasında vergiye kayıtlı oldukları sürelere ilişkin prim borçlarını alarak değerlendirecektir. Özel daire maddeye yanlış anlam vermiş, iptalden kaynaklanan yasal boşluğu gidermeye yönelik düzenlemeyi yasa koyucunun amaçlamadığı şekilde yorumlayarak uygulama için 04.10.2000 de sigortalı olarak Kuruma tescil edilmiş olmayı şart koşarak sigortalı aleyhine hükmü bozmuştur.
    Dosyadaki bilgilere göre 05.06.2003 de yapılan başvurunun süresinde kabulü ile davacıya Geçici 18. maddeden yararlanma imkanının tanınması ve bu sebeple mahkemenin yasa hükmüne, daha önce Hukuk Genel Kurulunca oybirliğiyle verilmiş 03.11.2004 tarih ve 2004/10-524-581 sayılı Karara ve 10. Hukuk Dairesinin bütün, 21. Hukuk Dairesinin ise bir kısım kararlarına uygun doğrultudaki kararının onanması gerekirken bozma kararı verilmesi kanaatimce isabetsiz bulunmuştur.
    Açıklanan sebeplerle bozma kararına katılmıyorum.
    KARŞI OY YAZISI
    Dava, hukuki nitelikçe; 9/7/1990 ile 24/2/1995 tarihleri arasında, gerçek usulde gelir vergisi kaydı, Şoförler ve Otomobilciler Odası kaydı, Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Memurluğu kaydı bulunan, 30/11/2001 tarihinde vefat eden davacı murisinin; bu dönemde, 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiğinin tespiti ile davacı eşe, aynı Kurumca ölüm aylığı bağlanması istemine ilişkin bulunmaktadır.
    Uyuşmazlık; davacının eşinin 4/10/2000 tarihinden önceye ilişkin bu dönemde, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olarak kabulünün, yasaca mümkün olup, olmadığı konusundadır.
    Bu yönde; 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için gerekli yasal koşullar, Bağ-Kur Kanununun 24. maddesi hükmünde düzenlenmiştir ki, özellikle, anılan maddenin uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte bulunan, 14/3/1985 tarih ve 3165 sayılı Kanunla değişik şekline göre, bu koşullar; kendi nam ve hesabına, bağımsız çalışma nedeniyle gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olmak, esnaf ve sanatkarlar siciline kayıtlı bulunmak veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olmak ya da belli şirketlerin ortaklarından olmaktır.
    1479 sayılı Kanunun, zorunlu sigortalılığın başlangıcı ve bitiş tarihlerine ilişkin 25. maddesi hükmüne göre de; 24.madde kapsamında sigortalı sayılanlarından gelir vergisi mükellefi olanların sigortalılıkları, mükellefiyetin gerçekleştiği tarihten itibaren başlatılacaktır.
    Bu yönde; zorunlu sigortalılık ilkesinin gereği olarak da, bu suretle sigortalı olanların hak ve mükellefiyetleri, sigortalı sayıldıkları tarihten itibaren kendiliğinden, kişinin talebinden bağımsız Olarak gerçekleşeceği gibi, sigortalı olmak hak ve mükellefiyetinden vazgeçmek ve kaçınmakta mümkün olmayacaktır.
    Bu bağlamda, 1479 sayılı Kanunun “yazılma” başlığını taşıyan 26.maddesinde; 24 ve 25.maddeler kapsamında sigortalı sayılanların, sigortalı sayıldıkları tarihten itibaren en geç üç ay içinde Kuruma başvurarak, kayıt ve tescil yaptırmalarının zorunlu olduğu, aksi halde, tescil işleminin Kurumca resen yapılacağı hususu hükme bağlanmıştır ki, sigortalıların başvurma usulleri ile uymak zorunda oldukları esaslar ve tescille ilgili işlemleri düzenleyen yönetmeliğin ilgili 7 ve 8 maddeleri kapsamında; sigortalı sayılmayı ve sigortalılığın başlangıcını belirleyen bilgileri içeren Bağ-Kur’a giriş bildirgesinin ilgili mercilere (vergi dairelerine, esnaf ve sanatkarlar sicil memurluğuna veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına) onaylatılmak suretiyle Kuruma intikal ettirilmesi ile birlikte, özellikle, bir sonraki aşamasını teşkil eden tescil keyfiyetinin, yasal çerçevede, Kuruma ait bir yetki ve yükümlülük olduğu hususu gözetildiğinde; sigortalılara (ölümü halinde hak sahiplerine) ait işbu zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olarak Kuruma yazılmaya ilişkin yükümlülüğün yerine getirildiğinin kabulü zorunlu olduğu gibi, Bağ-Kur’un kendisine ait tescil yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda da, artık, sigortalıların, Bağ-Kur’a başvurarak kayıtlarını yaptırmadıklarından söz etmek mümkün değildir.
    Öte yandan, sosyal güvenliğin temel ilkelerinden olan zorunlu sigortalılık ilkesine rağmen, 1479 sayılı Kanunda, sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin belli tarihlerden itibaren başlatılmasını zorunlu kılan düzenlemeler yer almaktadır.
    Bu konuda, ilk olarak, 1479 sayılı Kanuna, 14/4/1982 tarih ve 2654 sayılı Kanunla eklenen ek geçici 13. madde hükmünde; “1479 sayılı Kanun ve aynı Kanunda değişiklik yapan Kanunlara göre, sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olanların her türlü hak ve mükellefiyetlerinin bu Kanunun yürürlüğe girdiği 20/4/1982 tarihinde başlatılacağı” öngörülmüştür.
    619 sayılı KHK’nın geçici 1.maddeside; “1479 sayılı Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin bu KHK’nın yürürlüğe girdiği 4/10/2000 tarihinden itibaren başlatılacağı” hükmünü içermekde ise de, Anayasa Mahkemesinin 8/8/2001 tarihinde yürürlüğe giren 26/10/2000 günlü kararı ile, anılan KHK tüm hükümleriyle iptal edilmiştir.
    Nihayet, 24/7/2003 tarih ve 4956 sayılı Kanunun 2/8/2003 tarihinde yürürlüğe giren 47.maddesiyle 1479 sayılı Kanuna eklenen geçici 18.madde hükmüne göre de; “Bu Kanun kapsamında sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 4/10/2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların hak ve mükellefiyetleri, 4/10/2000 tarihinden başlatılacaktır."
    Bu yönde; gerek ek geçici 13.madde, gerekse geçici 18.madde hükmünde öngörülen koşullarla, sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin başlaması için kabul edilen tarihlerin öncesine ilişkin olarak, özellikle anılan yasal düzenlemeler kapsamında tanınan borçlanma hakkının, sigortalı yada onun ölümü halinde hak sahiplerince hak düşürücü süre niteliğindeki yasal başvuru süresi içinde kullanılmaması halinde, artık, Bağ-Kur sigortalılığının tespitine imkan bulunmamakta ise de; sigortalı ya da hak sahiplerinin; gerek anılan Kanunlarda, sigortalılık hak ve mükellefiyetinin başlaması için öngörülen tarihlerden sonraki sigortalılık süresine ilişkin olarak ,gerekse, bu yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmesinden önce, başka bir anlatımla, sigortalılık hak ve ellefiyetlerinin başlangıç tarihi yönünden herhangi bir yasal sınırlamanın mevcut olmadığı tarihte, Kuruma yöntemince tescil başvurusunda, bulunmalarına rağmen, sigortalının Kurumca tescil edilmeyerek bu konuda uyuşmazlık çıkarılması durumunda; sigortalı ya da hak sahiplerinin, 1479 sayılı Kanunun 24 ve 25. maddeleri çerçevesinde, işbu zorunlu sigortalılık sürelerinin geçerliliği yönünde Kuruma karşı, tespit davası açmalarına, yasal bir engel bulunmamaktadır.
    Yukarıda açıklamaya çalıştığım hukuki esaslar çerçevesinde, davaya konu somut olayın incelenmesine gelince; Bağ-Kur zorunlu sigortalılığının 4/10/2000 tarihinden başlatılmasını zorunlu kılan yasal düzenlemeler kapsamında, Bağ-Kur’a tescil başvurusunda bulunulan tarihte (10/1/2003 tarihinde), 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 1. maddesi, Anayasa Mahkemesinin 8/8/2001 tarihinde yürürlüğe giren kararı ile iptal edildiği gibi, 1479 sayılı Kanuna 4956 sayılı Kanunun 47.maddesiyle eklenen geçici 18.maddeninde; anılan Kanunun yayım tarihi olan 2/8/2003 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunması nedeniyle, somut olayda uygulanabilirliği bulunmamaktadır.
    Hal böyle olunca da, davaya konu uyuşmazlığın; dava dilekçesindeki istemde gözetilmek suretiyle, 1479 sayılı Kanunun 24 ve 25. maddelerinin 22/3/1985 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanunla değişik şekline göre çözümlenmesi gereğine ilişkin yasal zorunluluk bağlamında; anılan Kanunun, zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için aradığı yasal koşullar; 9/7/1990 ile 24/2/1995 tarihleri arasındaki dönemde, kendi nam ve hesabına bağımsız çalışması nedeniyle gerçek usulde gelir vergisi mükellefiyeti olan davacının murisi yönünden gerçekleşmiş bulunmakla, mahalli mahkemenin “ Davacı murisinin 9/7/1990- 24/2/1995 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptaline” ilişkin kararının onanması gerektiğinden bahisle, sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamıyorum.

    Hemen Ara