Esas No: 2006/10-696
Karar No: 2006/704
Karar Tarihi: 08.11.2006
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/10-696 Esas 2006/704 Karar Sayılı İlamı
Hukuk Genel Kurulu 2006/10-696 E., 2006/704 K.
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "rucuen alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Şanlıurfa İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 13.12.2005 gün ve 255-509 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.05.2006 gün ve 458-7273 sayılı ilamı ile, (...Davacı, geçirdiği işkazası sonucu %10.20 oranında sürekli işgöremez duruma giren sigortalıya bağlanan gelir ve yapılan harcamaların %60"na tekabül eden Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiş, Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Davaya konu somut olay; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş."de arıza tesis ve nakil işçisi olarak çalışan F…
…. B…
……"ün telefon hatlarındaki arızayı gidermek için sekiz metrelik ağaç direğe merdivenle çıktıktan sonra dengesini kaybederek düşmesi sonucu meydana gelmiştir. Kazanın, çıktıktan hemen sonra emniyet kemerini bağlamaması nedeniyle mi, yoksa emniyet kemerini bağlayıp arızayı giderdikten sonra indiği sırada mı meydana geldiği konusunda kazalının çelişkili beyanları mevcuttur.
Mahkemece; sigortalı tarafından açılan tazminat davasında tespit edilen ve hükme esas alınan 5.7.2004 günlü kusur raporunda; sigorta olayının, işin tehlike riskinden ileri gelen bir iş kazası olduğu, köylerde sepetli araba ve kaldıraç kafes kullanma imkanı olmadığı, merdivenin kaymasından ve kırılmasından kaynaklanan bir kaza olmadığı, işverene ya da sigortalıya yüklenebilecek bir kusur olmadığı belirtilmiştir.
Söz konusu kusur raporu, 506 sayılı Yasanın 26. maddesine uygun değildir. İşçinin beden ve ruh sağlığının korunmasında önemli olan yön, bu tedbirin alınmasının hakkaniyet ölçüleri içinde işverenden istenip istenemeyeceği değil, aklın, ilmin, fen ve tekniğin böyle bir tedbirin alınmasını gerekli görüp görmediği hususlarıdır.
Bu itibarla işverenin, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçinin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı taktirde gerekmeyeceği gibi bir düşünce ile almaktan sarfınazar etmesi kabul edilemez.
Anılan ödevin, bilirkişi heyetince açıklanan düşünceler gibi sınırlandırılması görüşü; çalışana, sadece bir üretim aracı gözüyle bakan, insan yaşamının kutsallığını yok sayan, hukukça korunması gereken en temel değerin "insan" olduğu gerçeğini göz ardı eden yönüyle de isabetli kabul edilemez.
Çalışma hayatında süre gelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı, işverenin önlem alma ödevini etkilemez. İşveren 4857 sayılı İş Kanununun 77 . maddesi ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü hükümleri kapsamında çalıştırdığı sigortalının beden ve ruh tamlığını korumak için yararlı her önlemi, amaca uygun biçimde almak, uygulamak ve uygulatmakla yükümlüdür.
Kusur oranlarının saptanmasında, ihlal edilen mevzuat hükümlerinin belirlenmesi, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkatin neler olduğunun eksiksiz olarak kusur raporuna ve dava dosyasına yansıtılmasında yasal zorunluluk vardır.
O halde, davacı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26/1. maddesine dayalı rücuen alacak istemine ilişkindir.
Davacı Kurum, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik duruma giren sigortalısına bağladığı gelir ve yapılan masrafların işverenden rücuen tahsiline karar verilmesini istemektedir.
Yerel mahkemece; sigortalı tarafından işveren hakkında açılıp kesinleşen maddi tazminat davasında hükme esas alınan kusur raporu ile davalı işverenin kusurunun bulunmadığının belirtilmiş olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Özel Dairece, yukarıda yazılı bozma kararı üzerine yerel mahkemece; kesinleşmiş maddi tazminat davasında aldırılan kusur raporunun bu davada da bağlayıcı olması gerektiği belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.
Uyuşmazlık, tazminat davasında hükme esas alınan kusur raporunun, Kurum tarafından aynı tazmin sorumlusu hakkında açılan rücu davasında mutlak anlamda bağlayıcı nitelik taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
İşçilerin iş kazalarına uğramalarını ve meslek hastalığına tutulmalarını önlemek, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamını oluşturmak için alınması gereken önlemler dizisi "iş sağlığı ve güvenliği" olarak nitelendirilmektedir.
4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesi uyarınca; İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar.
Anılan madde ile, işverenlere, işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramından kapsamlı olarak, her türlü önlemi almak yanında, bir anlamda objektif özen yükümlülüğü de öngörülmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile Dünya Sağlık Örgütü"nün (WHO) ortak komisyonunda işçi sağlığının esasları:
Bütün işkollarında işçinin fiziksel, ruhsal ve sosyo-ekonomik bakımdan sağlığını en üst düzeye çıkarmak ve bunun devamını sağlamak; çalışma şartları ve kullanılan zararlı maddeler nedeni ile işçi sağlığının bozulmasını engellemek; her işçiyi kendi fiziksel ve ruhsal yapısına uygun işte çalıştırmak; özet olarak işin, işçiye ve işçinin işe uyumunu sağlamak olarak tanımlanmaktadır.
Belirlenen amaçlara ulaşmak, dolayısıyla iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek temel sorumluluktur.
Sorumluluk hukuku, bir dizi konuyu bünyesinde barındırmaktadır. Özünde yatan sorun, oluşan zararın ne kadarının, nasıl ve hangi koşullarda, kim tarafından tazmin edilip/edilmeyeceği noktalarında toplanmaktadır. Kanun koyucu, çeşitli sorumluluk halleri öngörerek, hangi şartlar altında, kimlerin sorumlu olacağını belirlemiştir.
Kanunda yer alan sorumluluk hallerinin birinin şartları gerçekleştiğinde, sorumlu tutulan kişi için, bir başkasının uğramış olduğu zararı tazmin etme yükümlülüğü doğacaktır. İlk aşama, sorumlu yada sorumluların tespitidir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun işverene rücu hakkının kapsamı, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanunun 26/1. maddesinde özel bir şekilde düzenlenmiş olup; iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu Kurumca sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine yapılan ya da ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderler ile gelir bağlaması halinde, bu gelirlerin 22. madde de belirtilen tarifeye göre hesaplanacak peşin sermaye değerinden işverenin anılan madde kapsamında sorumluluğu, ancak iş kazası ya da meslek hastalığının, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olması halinde mümkündür.
506 sayılı Kanunun 26. maddesinin amacı; sigortalıların, iş hayatının risklerine karşı korunması ve güvenli bir ortamda çalışmalarının sağlanabilmesi için, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının öngördüğü tedbirlerin alınması yönünde işvereni dikkate sevk etme, buna aykırı tutum ve davranışlar karşısında ise Kurum zararının giderilmesidir.
Sorumluluğun belirlenmesi amacıyla rücu davalarında yaptırılacak incelemenin, öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının oluş biçimi bütün unsurlarıyla belirlenerek, vuku bulduğu iş kolunda uzman bilirkişiler aracılığıyla yaptırılmasında yasal zorunluluk bulunmaktadır. Yapılacak değerlendirmede, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı, bu kapsamda olmak üzere 4857 sayılı İş Kanunun 77. maddesi dikkate alınarak, işverence alınması gereken önlemler ayrı ayrı belirlenmeli ve somut olayda işverenin bu önlemleri alıp almadığı tereddüde yer bırakmayacak şekilde irdelenmelidir.
Sigortalı ya da hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılarak kesinleşen tazminat davasında alınan kusur raporunun rücu davalarında bağlayıcılığı sorununun çözümü, 506 sayılı Kanunun 26. maddesine dayalı olarak açılan rücu davalarının hukuksal temelinin belirlenmesini de gerekli kılmaktadır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.07.1994 gün 1992/3 Esas 1994/3 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, burada genel anlamda bir halefiyet söz konusu olmayıp, temelinde rücu hakkı bulunan, Kanunun aradığı sınırlarla kayıtlı, kanundan doğan, sigortalının hakkından bağımsız, kendine özgü bir halefiyet hali söz konusudur.
İşverenin, anılan Kanunun 26. maddesi kapsamında rücu alacağından sorumluluğu, sınırlı ve sayılı biçimde öngörülen koşulların varlığına bağlı ise de, sigortalının işveren aleyhine açacağı tazminat davasında, işverenin, istihdam eden sıfatıyla ya da tehlike esasına dayalı kusursuz sorumluluğu da bulunmaktadır. Kurumun rücu hakkı, genel haleflik ilkesinden farklı olarak, sigortalının alacak hakkında tamamen bağımsız olarak sigortalıya gelir bağlayıp tedavi gideri yapmakla, bir başka anlatımla, zararın gerçekleşmesi ile doğmaktadır. Zamanaşımı süresi olay tarihinden değil onay tarihinden başlamakla, faizdede bu tarihler başlangıç alınmaktadır.
Bunun hukuksal sonucu ise; işveren hakkındaki tazminat davasında hükme esas kılınan kusur raporunun Kurumun açtığı rücu davasında bağlayıcılığı, bu raporun 506 sayılı Kanunun 26. madde de öngörülen sorumluluk koşullarına uygun olarak düzenlenmesi halinde mümkün olduğudur. Aksinin kabulü, SSK"nın rücu hakkından yoksun kalmasına neden olabilecektir. Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2002 Tarih, 814-989 sayılı ve 27.09.2006 Tarih, 627-599 sayılı kararlarında, tazminat davasında alınmış kusur ve tavan raporunun rücu davasında bağlayıcılının, 506 sayılı Kanunun 26. maddesinde tanımlar dikkate alınarak düzenlenmesi koşuluna bağlı olacağı hususu açıkça ifade edilmiştir.
Maddi tazminat davasında BK. 55. madde uyarınca, olağan sebep sorumluluğuna dayalı olarak zararın giderimine karar verilmiştir.
Adam çalıştıranın sorumluluğunda, sorumluluğun kaynağı, adam çalıştıranın özen yükümlülüğünü, yani çalıştırdığı kişiler üzerinde denetim ve gözetim görevini yerine getirmemesi, kanun tarafından kendisine yükletilen bu tür bir objektif ödevi ihlal etmesine dayanır.
Buna göre, adam çalıştıran üçüncü kişilere zarar vermelerini önleyecek her türlü dikkat ve özeni, denetim ve gözetimi yapmak zorundadır. Burada sorumluluk, kendisinin yada emrinde çalışan yardımcı kişinin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın, kusurdan bağımsız olarak doğmaktadır. Gerçekten de sorumluluğun doğması için, objektif özen yükümlülüğünün ihlali ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağının bulunması yeterlidir.
Dava konusu somut olayın irdelenmesine gelince; sigortalı bakım-onarım işçisidir. Abonenin telefon arızasını gidermek üzere 7-8 metre boyunda demir merdiven kullanılmıştır. Merdiven, birbirine geçme iki üniteden oluşmaktadır. Diğer işçi tarafından tutularak, kayması önlenmeye çalışılmaktadır.
Maddi tazminat davasında hükme esas alınan kusur raporu, iki kimya, bir makine mühendisinden oluşan heyet tarafından düzenlemiş olup, bilirkişilerin zararlandırıcı sigorta olayının meydana geldiği iş kolunda uzman oldukları söylenemez. Raporda, iş kazasının, işin tehlike riskinden meydana geldiği, "düşmeye neden aksaklık veya eksikliğe ilişkin tespitin bulunmadığı" belirtilmekte olup, merdivenin özelliği bilinmediği, köyde sepetli araç ve kafes kullanılmayacağı varsayımından hareket edilmektedir. Kaçınılmazlık olgusunun varlığı da gereğince tartışılmamıştır.
HUMK 275. maddesi gereğince, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde başvurulabilen bilirkişinin, meydana gelen iş kazasının ait olduğu işkolunda uzman olması gerektiği açıklamadan uzaktır. Her hangi bir alanda uzman olan bilirkişinin, genel bilgiye dayalı olarak verdiği, görüşlerinin yasal ve teknik dayanaklarının gösterilmediği raporlara itibar edilmesi isabetli değildir.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alındığında Hukuk Genel Kurulu"nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.