Esas No: 2006/14-701
Karar No: 2006/698
Karar Tarihi: 08.11.2006
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/14-701 Esas 2006/698 Karar Sayılı İlamı
Hukuk Genel Kurulu 2006/14-701 E., 2006/698 K.
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "vakıf şerhinin silinmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Lüleburgaz 2.Asliye Hukuk Mahkemesi"nce davanın kabulüne dair verilen 19.07.2005 gün ve 2005/141 E-215 K.sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi"nin 28.11.2005 gün ve 2005/9543-10472 sayılı ilamıyla;
(...Dava, vakıf şerhinin silinmesi istemine ilişkindir.
Dava kabul edilmiş, hükmü davalı Vakıflar İdaresi temyiz etmiştir. Gerçekten, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 02.04.2004 tarih ve 2003/1-2004/1 sayılı kararı uyarınca vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3.maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Ne var ki, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararından sonra 3402 Sayılı Kadastro Kanununda 5304 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış ve "Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12.maddenin 3.fıkra hükümleri uygulanmaz" hükmü getirilmiştir. 5304 sayılı Kanun 03.03.2005 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak, aynı tarihte yürürlüğe girmiş eldeki dava bu kanunun yürürlüğü sırasında açılmış bulunmaktadır. O halde çekişmenin giderilmesi de uygulanacak yasa kuralı 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3.maddesi değil, 5304 sayılı Kanununun 11. maddesidir. Bu durumda; vakıf türünün belirlenmesi ve belirlenen vakıf türüne göre çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığının, taviz bedeli ödenip ödenmeyeceğinin, vakıf şerhinin doğrudan kaldırılması gerekip gerekmediğinin kuşkuya yer bırakmadan saptanması önem kazanmaktadır. Mahkemece yöntemine uygun bilirkişi incelemesi yaptırılıp sonucuna uygun hüküm kurulması yerine davanın yazılı olduğu şekilde kabulü bozma nedenidir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, vakıf şerhinin silinmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili 11.04.2005 tarihli dava dilekçesinde; kadastro tespiti sırasında şerhsiz olarak müvekkili adına tespit ve tescil edilen Lüleburgaz Büyükkarıştıran köyü 13 ve 879 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarına, 02.09.1996 tarihinde usulsüz düşülen Rüstem Paşa Vakfı şerhinin müvekkilinin tasarruf hakkını kısıtladığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazların kadastro tespit tutanağında bulunmayan Vakıf Şerhinin tapu sicilinden silinmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili cevap dilekçesinde; 03.03.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 5304 sayılı Kanunun 11. maddesi hükmü karşısında, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin vakıf şerhinin silinmesine ilişkin davalarda uygulama olanağının kalmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin, "dava konusu taşınmazların kadastro tespit tutanağına işlenmeyen Rüstem Paşa Vakfı Şerhinin daha sonra oluşan çap kaydı üzerine düşüldüğü, bu itibarla idari mercilerce işlenen ve yolsuz tescil niteliğinde olan Vakıf şerhinin silinmesine karar verilmesinin gerektiğinin anlaşıldığı" gerekçesiyle, "davanın kabulü ile, 13 ve 879 parsel sayılı taşınmazlar üzerine 02.09.1996 tarihinde işlenen Rüstem Paşa Vakfı Şerhinin terkinine" dair verdiği karar, Özel Daire"ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, "dava konusu taşınmazların kadastro tespitinin şerhsiz olarak kesinleştiği 10.02.1978 ve 06.07.1981 tarihleri ile, Vakıf Şerhinin tapu siciline işlendiği 02.09.1996 tarihi arasında, Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olmakla davacı yararına müktesep hak oluştuğu; yasa koyucunun kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte bir kural koymasının hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayıp, 03.03.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 5304 sayılı Kanunda, değişiklik hükümlerinin, Kanunun yürürlüğünden önce tekemmül etmiş hukuksal durumlara uygulanacağına ilişkin bir hüküm de bulunmadığının anlaşıldığı" gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Dava konusu 13 ve 879 parsel sayılı taşınmazların tapulama tutanaklarının şerhsiz olarak kesinleştiği 10.02.1978 ve 06.07.1981 tarihleri ile, sonradan "Rüstem Paşa Vakfı" şerhinin işlendiği 02.09.1996 tarihi arasında, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği konusunda uyuşmazlık bulunmayıp; tapu kayıt maliki tarafından, hak düşürücü süreden sonra tapu kütüğüne yazılan bu şerhin silinmesi istemiyle 11.04.2005 tarihinde görülmekte olan dava açılmıştır.
Öncelikle, uyuşmazlıkla ilgili hukuksal durum hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Bilindiği gibi, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 E. 2004/1 sayılı kararında "....Vakıf Şerhinin Tapu Sicilinden silinmesi yada tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği..." sonucuna varılmış olup; İçtihatların Birleştirilmesine konu 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında, "Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz" hükmü öngörülmüştür.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararından sonra, 3.3.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 5304 sayılı Kanunun 11. maddesinde "Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanmaz" hükmü getirilmiş ve Vakıf Şerhinin tapu sicilinden silinmesine ilişkin davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması olanağını ortadan kaldıran bu değişik hükmün yürürlüğe girmesinden sonra, 11.04.2005 günü eldeki dava açılmıştır.
Açıklanan maddi ve hukuki olgular ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; dava tarihinden önce yürürlüğe giren ve "Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanmaz" hükmünü içeren Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunun 11. maddesinin; anılan değişik hükmün yürürlüğe girmesinden önce on yıllık hak düşürücü süresi dolmuş bulunan eldeki davaya etkili olup olmayacağı, bir başka ifadeyle, çekişmenin giderilmesinde 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinin mi, yoksa 5304 sayılı Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunun 11. maddesinin mi uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada "itiraz" olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi "kesme" ve "durma" hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde "hakkın" kaybına yol açan, yani hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. Anılan maddede öngörülen süre ile, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 E. 2004/1 sayılı kararının gerekçesinden).
3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin, 3. fıkrası ile ilgili hükümet gerekçesinde de "...kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı.." esası getirilmiştir.
Bu gerekçe ile de, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında açıklanan on yıllık sürenin, hak düşürücü süre olduğu vurgulanmıştır.
Böylece, Kadastro tespiti sırasında uygulanan kayıtlarda Vakıf Şerhi yazılı olsa dahi, tespitin yapıldığı sırada tapu kütüğüne aktarılmamış ise; kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra hakkın özünün ortadan kalkacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Görüldüğü üzere, dava konusu taşınmazların tapulama tutanaklarının şerhsiz olarak kesinleştiği 1978 ve 1981 tarihleri ile, Vakıf Şerhinin tapu siciline işlendiği 02.09.1996 tarihi arasında, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması; bir tarafta tapu kayıt malikine haklar kazandırırken, diğer yanın haklarını ortadan kaldırıp, hakkın kaybına yol açmış; buna paralel olarak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 E. 2004/1 sayılı kararında ise, vakıf şerhinin yazılması veya sicilden silinmesi davalarında on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği ilkesi benimsenmiştir.
Ne var ki; 11.04.2005 dava tarihinden önce ve fakat on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra, 3402 Sayılı Kadastro Kanununda 5304 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış ve Vakıf Şerhinin tapu sicilinden silinmesine ilişkin davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması olanağı ortadan kalkmıştır.
Şu hale göre sorunun çözümü, somut olaydaki gibi; tapu maliki yararına oluşmuş ve tamamlanmış bir hukuki durumun gerçekleşmesinden sonra yürürlüğe giren Kanun hükmüyle bu hakkın ortadan kalkıp kalkmayacağı, eş söyleyişle Kanunların geriye yürümesi konusunda bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
İlke olarak, herhangi bir yasa veya düzenleyici kural yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal hukuksal sonuçlarını doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucu da yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilemeyeceği, başka bir anlatımla geriye yürümeyecekleridir. Yasaları uygulama durumunda bulunanlar, başta mahkemeler olmak üzere, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdürler. Hukuk güvenliği bunu gerektirir. Kanun koyucu bu kaidenin aksine düzenleme yapabilir.
Bu görüşü, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun; 9.3.1988 Tarih ve 1987/2-860 E, 1988/232 K; 13.10.2004 Gün ve 2004/10-528 E, 2004/533 K; 6.4.2005 Tarih ve 2005/10-183 E, 2005/241 K. sayılı kararları da doğrulamaktadır.
Bundan ayrı, devam eden uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış hukuki durumlara yeni yasa veya düzenleyici kural, "derhal yürürlüğe girme" (l"effet immediat de la loi novelle) niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır.
Tamamlanmış hukuki durumları yeni yasa veya düzenleyici kuralın etkilememesi, onlar üzerinde hukuki sonuçlar doğurmaması, kazanılmış hakların saklı tutulması amacını gütmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 2. maddesi hükmüne göre, Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir hukuk devletidir. Kazanılmış haklar her ne kadar açık bir biçimde Anayasada belirtilmemiş ise de, bunun hukuk devleti kavramının temel taşlarından biri olduğu ve bünyesinde mündemiç bulunduğu Türk Kamu Hukukunda öğretide ve yargısal kararlarda benimsenmektedir.
Yasaların zaman içerisinde uygulanmaları esasları ile ilgili olarak yukarıda açıklanan temel ilkeler yanında yasa koyucu, Anayasa"nın 87. maddesinde belirlenen Türkiye Büyük Millet Meclisi"nin kanun koyma, değiştirme ve kaldırmayı görevleri arasında sayan yetkisi uyarınca, dilediği alanı düzenleme veya düzenlememekte serbest oluşu nedeniyle, bir yasayı genel ilkeden ayrılarak geriye de yürütebilir.
Ancak kuşkusuz yasama organının bu yetkisi, Anayasal esaslar ile sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bu sınırlardan bir tanesi de, tartışmasız kazanılmış hakların saklı tutulmasıdır. Bu yön, az önce açıklandığı üzere Hukuk Devleti olmanın ayrılmaz bir niteliğidir.
Öte yandan, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar ile, yargılama hukukunu düzenleyen kanunların geçmişe etkili oldukları, bir başka ifadeyle kanunların geriye yürümemesi ilkesinin istisnasını teşkil ettikleri kuşku ve duraksamadan uzaktır (Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Ankara 2000, s:193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Bası, Ankara 2003, s:73).
Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu taşınmazların kadastro tutanaklarında "Rüstem Paşa Vakfı" şerhi mevcut olmayıp, bu haliyle kadastro tespiti 13 parsel yönünden 10.02.1978 tarihinde, 879 parsel yönünden ise 06.07.1981 tarihinde kesinleşmiş ve sonradan tapu siciline Vakıf Şerhinin işlendiği 02.09.1996 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü süre geçmekle; tapu kayıt maliki davacı yararına tamamlanmış bir hukuki durum oluşmuştur.
3402 Sayılı Kadastro Kanununda 5304 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin geçmişe etkili olacağına dair, anılan Kanunda bir hüküm bulunmadığı gibi; olayda, az yukarıda belirtilen istisnalardan her hangi biri de söz konusu olmadığından, sonradan yürürlüğe giren 5304 sayılı Kanunun 11. maddesinin uyuşmazlığa uygulanması, eş söyleyişle bu hükmün davacı yararına gerçekleşen kazanılmış hakka etkili olması olanaklı değildir.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun; 9.3.1988 Tarih ve 1987/2-860 E, 1988/232 K; 20.12.1989 gün ve 1989/12-539 E, 1989/662 K; 6.3.2002 Tarih, 2002/1-119 E, 2002/135 K; 26.6.2002 gün ve 2002/14-517 E, 2002/554 K; 23.10.2002 Tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K; 23.3.2005 gün ve 2005/14-172 E, 2005/195 K; 12.7.2006 gün ve 2006/4-519 E, 2006/527 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.
Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 25.05.2005 gün, E: 2005/5-288, K: 2005/352 sayılı kararında; kazanılmış hakların saklı tutulması ilkesinden hareketle, Kamulaştırma Kanunu"nun 38. maddesinde öngörülen 20 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra idare yararına gerçekleşmiş ve tamamlanmış bir hukuki durumun varlığı kabul edilerek, anılan maddenin sonradan Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinin, idarenin kazanılmış mülkiyet hakkını etkilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü süre, anılan Kanunda 5304 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten önce dolduğuna; 5304 sayılı Kanunun 11. maddesi ile getirilen değişiklik hükmünün, geriye yürüyeceğine ilişkin bir hüküm ihtiva etmemesine; ayrıca idarenin, hakkın özü ortadan kalktıktan sonra tek taraflı irade ile bu hakkı ihdas etme yetkisi bulunmadığına göre, Yerel Mahkemece Vakıf Şerhinin silinmesine karar verilmesi ve aynı nedene dayalı direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 08/11/2006 gününde oybirliği ile karar verildi.