Esas No: 2006/10-583
Karar No: 2006/626
Karar Tarihi: 4.10.2006
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/10-583 Esas 2006/626 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir 5. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/05/2006
NUMARASI : 2005/1554-2006/270
Taraflar arasındaki “faiz alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 5. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 11.04.2005 gün ve 900-183 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 17.10.2005 gün ve 6370-10499 sayılı ilamı ile, (...Davacı geç ödenen yaşlılık aylıklarının ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyen faizlerinin tahsilini talep etmiş, Mahkemece; tespit kararının kesinleşmesinden itibaren 506 Sayılı Yasanın 116. Maddesinde öngörülen üç aylık süre içinde aylık bağlandığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Her ne kadar tespite ilişkin karar hükmün kesinleşmesinden sonra değer kazanıp taraflar yönünden bağlayıcı ve infazı kabil olursa da, olayımızda, Kurumca daha önce kabul edilmeyen dönemde sigortalının isteğe bağlı sigortalılığa ilişkin primlerini düzenli olarak ödediği, Bağ-Kur aleyhine açılan ve zorunlu Bağ-Kur sigortalılığının 04.01.1998 tarihinde sona erdiğine ilişkin tespit hükmü ile daha önce primleri ödenmiş isteğe bağlı SSK sigortalılığının geçerlilik kazandığı, geçerlilik olgusunun primleri ödenmiş sürelere hukukilik kazandıracağından bu dönem değerlendirilmek suretiyle bağlanan aylıklara faiz işletilmesine karar verilmelidir.
Faiz alacağına ilişkin davalarda, faiz başlangıç tarihinin; tahsis talebinin 506 Sayılı Kanunun 116. maddesinde yazılı üç aylık sürenin sona ermesinden önce reddedilmesi halinde Kurumun red tarihi, üç aylık sürenin sona ermesinden sonra reddi veya cevapsız bırakılması halinde üç aylık sürenin sona erdiği gün olarak ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 161. maddesi de dikkate alınarak belirlenecek tarih esas alınarak tespiti gerekeceği hükmü ile davacının birikmiş aylıklarına mahsuben 11.06.2004 ve 17.06.2004 tarihlerinde avans aldığı dikkate alınarak Kurumca yapılan bu ödeme miktarları ve tarihleri de dikkate alınarak her bir aylık için aylığa hak kazanılan tarihten ödeme tarihine kadarki süre için faiz hesabı yaptırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yaşlılık aylığı tahsisinde oluşan gecikme nedeniyle, “yaşlılık aylığına hak kazanılan tarihlerden, ödeme tarihine kadar yasal faiz uygulanması” istemine ilişkindir.
Davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararı, Yüksek Dairece yukarıda yazılı gerekçeler ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece; davacının Bağ-Kur hakkında açtığı davanın sonuçlanmasından sonra davalı SSK’nın, 506 sayılı Kanunun 116. maddesinde öngörülen sürede yaşlılık aylığını bağlanmış olduğu belirtilerek, direnme kararı verilmiştir.
Davaya konu somut olayda; davacının, 24.12.2001 tarihinde SSK’ya yaşlılık aylığı tahsis başvurusunda bulunduğu, davalı SSK’nın, Bağ-Kur tarafından bildirilen sigortalılık sürelerinin çakışmaya sebebiyet verdiği nedenle davacının tahsis istemini reddederek, çekişmeye yol açtığı, çekişmenin giderilmesi amacıyla Bağ-Kur hakkında açılan davanın, davacı sigortalı lehine sonuçlanması üzerine, başvurudan 2,5 yıl sonra, tahsis talep tarihini takip eden aybaşı olan 1.1.2002 tarihinden geçerli olarak yaşlılık aylığı bağladığı görülmektedir.
Uyuşmazlık; davalı SSK’nın yaşlılık aylığı istemini reddetmesi üzerine, dava dışı Bağ-Kur hakkında açılan dava sonucunda yaşlılık aylığı bağlanması nedeniyle oluşan gecikmeden dolayı, davalı SSK’nın mı, dava dışı Bağ-Kur’un mu sorumlu olacağı noktasında toplanmaktadır.
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun Geçici 1. maddesi; “4947 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtı Kanunu ile kurulan Sosyal Güvenlik Kurumu, 4958 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile kurulan Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığının; merkez ve taşra teşkilâtlarının kadroları ile kadrolarında görev yapan memur ve işçileri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) bendi gereği çalıştırılan personeli mevcut statüleri ile her türlü taşınır ve taşınmazları, tapuda bu Kurumlar adına kayıtlı olan taşınmazları ve hizmet binaları, araç, gereç, malzeme, demirbaş ve taşıtları, alacakları, hakları, borçları, iştirakleri, dosyaları, yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtları ve diğer dokümanlar ile birlikte hiçbir işleme gerek kalmaksızın bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte Kuruma devredilmiştir. Devir işlemleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır...”
Hükmünü içermektedir.
Anılan düzenleme ile; Sosyal Sigortalar Kurumu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-kur) Kurumu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı her türlü alacakları, hakları, borçları ile birlikte, hiçbir işleme gerek kalmaksızın bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte 5502 sayılı Kanunla ihdas edilen Sosyal Güvenlik Kurumuna devredildiği görülmektedir.
Anılan yasa hükümleri dikkate alındığında, sorumluluğun, artık tek çatı altında toplanmış olan hangi sosyal güvenlik kurumundan kaynaklandığının belirlenmesinde hukuki yarar bulunmamakta olup, davalı Kurumun faiz alacağından sorumlu olacağının kabulü gerekir.
Ne var ki, faiz alacağına ilişkin eldeki davanın, borcun aslını oluşturan birikmiş yaşlılık aylıklarının ödenmesinden sonra açıldığı görülmektedir.
Borçlar Kanununun 113.maddesi uyarınca, son fıkrasında belirtilen gayrimenkul rehni, kıymetli evrak ve konkordatoya ilişkin özel hükümler dışında, asıl borç ifa ile veya başka bir suretle sona erdiği takdirde kural olarak kefalet, rehin ve diğer fer’i haklar da sona ermektedir.
Fer’i haklar, borç ilişkisinin içerdiği alacak hakkının bir kısmı, bir parçası değildir. Asıl borca bağlı, asıl borç mevcut ve geçerli olduğu sürece geçerlidir ve asıl alacak ile birlikte doğar; varlığını sürdürür, onunla birlikte sona ererler. Fer’i hakların en önemlilerinden birisi de faizdir.
Kural bu olmakla beraber, Borçlar Kanunu işlemiş faizin devam edip etmeyeceği konusunda özel bir hüküm getirmiştir. Borçlar Kanununun 113/2.maddesi hükmüne göre, evvelce işleyen faizleri talep hakkının saklı tutulduğu (ihtirazi kayıt) veya saklı tutulduğunun hal ve koşullardan çıkartılması kaydıyla, ödenmemiş faizlerin istenebilme hakkı ortadan kalkmamakta, asıl borç ifa veya sair bir suretle son bulmuş olsa bile, borcun fer’isi olan faiz varlığını sürdürmekte ve alacaklı bunları talep edebilme hakkını yitirmemektedir.
İhtirazi kayıt, alacaklının borçluya yönelttiği bir irade bildirimi ile yapılır. Bu bildirim ifadan önce ya da en geç ifanın ardından derhal yapılmalıdır. Ön koşul ileri sürülmezse ilişkin olduğu hakkın düşmüş sayılması, o haktan zımnı olarak vazgeçilmiş olması esasına dayanır.
İşlemiş faizleri talep hakkının saklı tutulduğuna ilişkin beyanla ilgili olarak yasada bir şekil öngörülmemiştir. Asıl borç son bulduğu halde alacaklı, bu hakkını saklı tuttuğunu veya durumun koşullarından bunun anlaşılması gerektiğini kanıtladığı takdirde işlemiş faizlerle ilgili alacak hakkı, son bulmayacaktır.
Burada önemli yön, alacaklının hangi eylem ve işlemlerinin, bu hakkı kullanmak istediği şeklinde yorumlanması gerektiğidir. İfade edilmek istenen husus, somut olayın niteliğinin, para borcunun son bulmasına karşılık, işlemiş faiz borcunun devamını gerektirmesidir. Alacaklı açıkça ihtirazi kayıt ileri sürmese de, yaptığı eylem ve işlemlerden bu hakkını kullanmak istediği sonucu çıkarılabiliyorsa, artık bu hakkın saklı tutulduğunun kabulü gerekecektir. Alacaklının, asıl borç konusu para alacağını tahsil ederken, işlemiş faizleri talep hakkını saklı tuttuğunu beyan etmediği veya bu durum “hal ve koşullardan çıkartılmadığı” takdirde ise, yukarıda belirtilen yasal ilke uyarınca, asıl borç son bulmakla, faiz alacağı da son bulacaktır.
Faiz alacağının hüküm altına alınabilmesi için, anılan maddede belirtildiği gibi, işlemiş faizi talep hakkının saklı tutulduğunun beyan edildiği ya da eylem ve işlemlerinden bu durumun anlaşılmakta olduğunun kanıtlanması gerekir.
Borç ilişkisinin sosyal güvenlik hukukuna dayalı olması, borçların ferilerinin son bulması yönünden düzenleyici nitelikte hüküm öngören Borçlar Kanununun 113.maddesinde belirtilen ana kuralın ve maddede sınırlı olarak belirtilen düzenlemelerin dışına çıkılması sonucunu yaratmayacaktır. Asıl borcun son bulması nedeniyle fer’ilerinin de son bulduğunun mahkemece resen göz önünde tutulması gerekir.
Davacının faiz talep hakkını saklı tuttuğuna ilişkin beyanın ya da bu kapsamda ele alınacak halin gereği olan işlem ve eylemlerin neler olduğunun araştırılarak, ortaya konmasında yasal zorunluluk bulunmaktadır.
Belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alınarak yapılacak inceleme sonucunda karar vermek gerekirken, direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 4.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.