Esas No: 2021/1890
Karar No: 2021/4670
Silahlı terör örgütüne üye olma - Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2021/1890 Esas 2021/4670 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Uygulama : Sanık hakkında TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK"nın 221/4- son madde, 62/1, 221/5, 53/1-2-3, 58/9, 63 maddeleri uyarınca verilen mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar
Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Ceza Muhakemesi Kanununun 298. maddesinin, “Yargıtay, süresi içinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını ya da temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa, temyiz istemini reddeder” şeklindeki hükmü ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11/1 maddesinde yazılı olduğu üzere “vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır” hükmü karşısında;
Sanığın İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.07.2019 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK"nın 314/2 maddesi gereğince sonuç olarak 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın sanık müdafii Av...."ın istinaf başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderildiği, anılan Dairece dosya üzerinden yapılan inceleme
sonucunda 17.09.2020 tarih 2019/2535 - 2020/1448 K. sayılı ilamı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, kararın elektronik tebligat yoluyla 22.09.2020 tarihinde sanık müdafiinin e-posta adresine gönderildiği ve mevzuat gereği belirlenen süre sonunda 27.09.2020 tarihinde otomatik olarak okundu sayılarak sanık müdafiine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, yasal süresi içerisinde temyiz yasa yoluna başvurulmaması nedeniyle kararın 13.10.2020 tarihinde kesinleşmesi sonrasında sanık ..."ın 16.11.2020 tarihli temyiz dilekçesinin yasal süresinden sonra verildiği ve aynı tarihli dilekçesi kapsamında sunduğu eski hale getirme isteminin de yerinde olmadığı anlaşılmakla;
Sanığın temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca ayrı ayrı REDDİNE, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.06.2021 tarihinde üyeler ... ve ..."in karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY:
Sanık ... hakkında İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yapılan yargılama sonucunda TCK"nın 314/2, 3713 sayılı 5/1, TCK"nın 221/4-son, 62 maddeleri gereğince sonuç olarak 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı, kararın istinaf başvurusu üzerine; İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17.09.2020 tarihli 2019/2535 E. 2020/1448 K. sayılı ilamı istinaf başvurusunun ESASTAN REDDİNE karar verilmiştir.
Kararın temyiz edilmesi üzerine Dairemizce yapılan inceleme sonucunda "Ceza Muhakemesi Kanunun 298. Maddesinin, "Yargıtay, süresi içinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını ya da temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa, temyiz istemini reddeder" şeklindeki hükmü ve 7201 sayılı Tebligat Kanunun 11/1 maddesinde yazılı olduğu üzere "vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır" hükmü karşısında; yasal süresi içerisinde vekile tebligat yapıldığı halde süresi içerisinde temyiz talebinde bulunulmadığı sanık ..."ın 16.11.2020 tarihli temyiz dilekçesinin yasal süresinden sonra verildiği ve aynı tarihli dilekçesi kapsamında sunduğu eski hale getirme istemininde yerinde olmadığı" anlaşılmakla temyiz isteminin reddine karar verildiği,
Dosya içerisinde bulunan sanığın sunduğu 17.12.2020 tarihindeki dilekçesinde 16.11.2020 tarihli süresi içerisinde eski hale getirme dilekçesi ve temyiz dilekçesi gereğince dosyasının Yargıtaya temyize gönderilmesi gerektiği CMK kapsamında kanun yollarını herhangi bir feragatinin bulunmadığını CMK kapsamında görevlendirilen müdafii gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmesine rağmen çok geç görüp sorumsuzluk örneği sergileyip temyiz süresini kaçırmıştır. Hakkında verilen cezanın temyiz incelemesi geçirmeksizin kesinleşmiştir. Burada mağduriyetinin söz konusu olduğunu, CMK müdafiinin sorumsuzluğunun daha büyük mağduriyet oluşturmaması adına cezasının infazının durdurulmasını talep ettiği, ilgili müdafii hakkında 15.12.2020 tarihli dilekçeyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı özel soruşturma bürosuna TCK 257/2 kapsamında şikayette bulunduğu şikayet dilekçesi ve beyanın bir örneğini dosyaya sunduğu, bu mağduriyetlerin sona erdirilmesini talep ettiğini beyan ettiği tespit edilmiştir.
Karara muhalefet etmemizin hukuki sebepleri;
Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlığın temeli müdafisi bulunan sanık hakkında gıyapta verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığa tebliğinin gerekip gerekmediği hususu ile eğer tebliğ edilecekse temyiz süresinin ne zaman başlayacağı, temyiz süresinin başlangıcının müdafiiye yapılan tebligat tarihinden mi yoksa sanığa yapılan tebligat tarihinden itibaren mi başlayacağı veya her biri için kendisine yapılan tebligattan itibaren mi başlayacağı hususudur.
Uygulamada Yargıtay İ.B.B.G.K"nın 10.07.1940 tarih ve 07/75 nolu kararları ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.1985 tarih ve 178/361 nolu yine 26.05.1986 tarih 561/295 nolu kararlarına göre; müdafisi bulunan sanıklar yönünden tebligatın sanığın müdafisine yapılacağı bu hususun müdafiinin görevi içinde bulunduğu
dolayısıyla yoklukta tefhim olan kararın vekile tebliğ edilmesi gerektiği ayrıca sanığa yapılan tebligatın hukuksal geçerliliğinin bulunmadığı karar altına alınmıştır.
Özellikle yukarıda zikredilen Ceza Genel Kurulu kararları dayanak olarak 1940 tarihli İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararını ve Tebligat Kanunun 11. Maddesini göstermişlerdir.
Hal böyle olunca özellikle tebligat kanunu 11. Maddesinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır. Bu gözden geçirme yapılırken özellikle yukarıda zikredilen içtihadı birleştirme kararından sonra Tebligat Kanunun 11. Maddesinde 06.06.1985 tarihinde 3220 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin dikkate alınması gerekmektedir.
Tebligat Kanunun 11. maddesine göre; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." düzenlemesi yer almaktadır.
Günümüze kadar gelen yerleşik uygulamanın temelini oluşturan bu maddeye göre vekil ile takip edilen işlerde tebligat vekile yapılacaktır. Ancak 06/06/1985 tarih ve 3220 sayılı Yasa ile değişik son düzenlemesine göre ceza yargılamasında kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur. Buradan çıkacak sonuç müdafii ile takip edilen bir davada tebligatın sanıklara yapılmasına ilişkin ayrıksı bir düzenleme söz konusudur. Bu durumda halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK"nın kararların sanıklara tebliğine ilişkin hükümlere gözatmak gerekecektir.
Ancak bu hükümlere geçmezden evvel tebligat Kanunun 11. Maddesinde 3220 sayılı yasa ile yapılan değişikliğin madde gerekçesine bakmak yerinde ve faydalı olacaktır.
3220 sayılı Yasanın 5. maddesi ile değişik Tebligat Kanunun 11. Maddesindeki yapılan değişikliğin gerekçesi şu şekildedir. "Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun "kararların tefhim ve tebliğ" başlığını taşıyan 33. Maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK"nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124 maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11 maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK"nın
25/12/1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak adalet ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 maddenin 1. Fıkrası yeniden düzenlenmiştir."
Görüldüğü üzere Tebligat Kanunun 11 maddesinde yapılan değişiklik münhasıran kararların sanıklara tebliğ edilmesini sağlamak amacıyla yapılmış olup, bu husus gerekçede açıkça yer almıştır. Dolayısıyla bu madde gerekçe gösterilerek müdafiye yapılan tebligatın yeterli olduğunu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Zira ceza muhakemesinde hukuk muhakemesinden farklı olarak müdafii sanığın temsilcisi değildir, onun yerine geçemez. Gerek müdafii gerekse sanık birbirlerinden ayrı sujeler olduğundan kararların hem sanıklara hem de müdafilerine tebliği gereklidir.
Tebligat Kanunun 11. Maddesinde yer alan "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, kuralı esas itibarıyla gerekçede yazıldığı gibi Hukuk Muhakemelerinde geçerli bir düzenlemedir. Tebligat Kanunun 11. Maddesinde 3220 sayılı yasanın 5. Maddesinde yapılan değişiklikte; "...Ancak Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." düzenlemesiyle münhasıran kararların sanıklara tebliğ edilmesini sağlamak amacıyla bir yasal değişiklik yapıldığı; çünkü Ceza Muhakemeleri Kanununda hukuk muhakemesinden farklı olarak müdafii sanığın yerine geçemez. Duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malul durumuyla kısacası şahsıyla ilgili bulunmaktadır. Ceza Muhakemeleri Kanununda gerek müdafii gerekse sanık birbirinden ayrı sujeler olduğundan kararların hem sanıklara hemde müdafilere tebliği gereklidir.
5271 sayılı CMK"da kararların sanıklara tebliğine ve kararlara karşı kanun yoluna başvurmaya ilişkin hükümler şu şekilde düzenlenmiştir.
CMK 35/2 "koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur." CMK 35/3 "ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar kendisine okunup anlatılır." şeklindedir.
Ceza yargılamasının asıl sujesi, tarafı sanık olduğuna göre buradaki "ilgili" den kastedilenin sanık veya katılan olduğu kuşkusuzdur. Kanun bu maddesi ile aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek bir kararın yoklukta verilmesi durumunda ilgilisine tebliğ edilmesini zorunlu kılmıştır.
CMK 260/1 "hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar... için kanun yolları açıktır.",
CMK 261 "avukat müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." hükümlerine yer vermiştir.
Bu iki maddenin düzenlemesi beraber değerlendirildiğinde kanun yoluna başvurma hakkı aslen sanığa tanınmış bir haktır. Avukat ise sanığın açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yoluna başvurabilecektir. Hal böyle olunca asıl hak sahibine kararın tebliğ edilmesine gerek olmadığını düşünmek bu hukuki düzenlemelerle bağdaşmayacaktır.
Yine CMK 263 maddesinde tutuklu bulunan sanığın ne şekilde kanun yollarına başvurabileceği ayrıntılı bir biçimde hüküm altına alınmıştır. Özellikle tutuklu sanıklara kararların tebliği hususu ile bu sanıkların kanun yollarına başvuru usulleri CMK"da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş, kanun koyucu bu hususlara azami bir ehemmiyet atfedmiştir.
CMK 291 maddesinde ise temyiz isteminin süresi ve usulu düzenlenmiş bu maddede de tutuklu bulunan sanık hakkında CMK"nın 263 maddesi hükmünün saklı olduğu belirtilmiştir.
CMK 291/2 maddesinde ise "Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa süre tebliğ tarihinden başlar" hükmüne yer verilmiştir.
Bu iki fıkra beraber değerlendirildiğinde tutuklu bulunan sanığa gıyapta verilen hükümlerin ne şekilde tebliğ edileceği CMK 263 maddesine atıf yapılarak düzenlenmiş temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda verilen kararlara karşı temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirlenmiştir. Hükmü temyiz etme yetkisi olanlar arasında sanık da bir suje olarak sayılmış olduğuna göre tutuklu sanığa hükmün tebliğinin gerekmediği veya tebliğ gerekse bile bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlamayacağını savunmak kanunun emredici hükümlerine aykırılık oluşturacaktır.
Diğer taraftan CMK 295/2 maddesi "temyiz sanık tarafından yapılmış ise ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir." hükmünü getirmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yasamız müdafii bulunsa bile sanığın da temyize hakkı olduğunu, bu hakkın müdafiinden ayrı ve bağımsız olduğunu, kendi başına sanığın bu hakkı kullanabileceğini kabul etmiştir. Bu itibarla bu hakkını kullanabilmesi için sanığa yokluğunda verilen kararın tebliğ edilmesi ve bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Özellikle ceza yargılaması sistemimize istinaf kanun yolunun girmesi ile birlikte bu husus daha da önemli hale gelmiştir. Zira istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince çoğunlukla duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilmekte ve verilen kararların tebliğ edilmesiyle temyiz süreci başlamaktadır. Cezaevinde tutuklu bulunan sanıklar yönünden gıyapta verilen istinaf kararlarının öğrenilme imkanı bulunmamaktadır. Bu itibarla sadece sanık müdafiine tebligat yapılmasını yeterli görmek ve bu tebligat tarihine göre temyiz süresini başlatmak ve sürenin ilgili müdafii tarafından kaçırılması durumunda temyiz isteminin reddine karar vermek yasamızın açık hükümlerine aykırı olduğu gibi hakkaniyet kurallarına da açıkça aykırılık taşımakta ve uygulamada çok ciddi hak kayıplarına yol açmaktadır.
Yukarıda değinilen kanun maddeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde müdafisi olup olmadığına bakılmaksızın aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek
kararların sanıklara tebliğ edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine yasanın mantığına göre kanun yollarına başvurma hususunda asıl yetki sanığa aittir. Müdafii sanığın açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabilecektir. Sanığın gerek kanun yollarına başvuru hakkını kullanması gerekse müdafisine kanun yoluna gidip gitmeyeceği hususunda arzusunu iletmesi için hakkındaki kararın ne olduğunu bilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle tutuklu sanıklar söz konusu olduğunda yasamızın daha ayrıntılı hükümler koyduğu tutuklu sanıklara kararların tebliğine ilişkin emredici hükümler koyduğu anlaşılmaktadır. Tutuklu sanıkların haklarındaki kararlara ulaşım imkanlarının kısıtlılığı nazara alındığında haklarındaki kararların bu kişilere tebliğ daha da önem kazandığından kanun koyucunun bu konudaki hassasiyeti yerinde ve doğru bir yaklaşımdır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; özellikle Tebligat Kanununun 11 maddesinin 3320 sayılı Yasa ile değişik düzenlemesi, değişikliğin yasal gerekçesi beraber değerlendirildiğinde kanun koyucunun müdafii ile temsil edilse bile kararların sanıklara tebliğini gerçekleştirme adına bu değişikliği yaptığı açık ve nettir. Aynı şekilde 5271 sayılı CMK"da kararların sanıklara ve özellikle de tutuklu sanıklara tebliğine ilişkin emredici hükümler nazara alındığında aksi yöndeki bir kabul yasalarımızın açık hükümlerine aykırı sonuç doğurmaktadır. Özellikle yukarıda anılan İçtihadları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararından sonra Tebligat Kanununda değişikliğe gidilmiş olması ile 5271 sayılı CMK"nın anılan hükümleri beraber değerlendirildiğinde kararların sanıklara ve özellikle tutuklu sanıklara müdafisi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın tebliğinin gerektiği, bu tebliğden itibarende kanun yoluna başvuru süresinin başladığının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Aslen CMK sisteminde yargılamanın asıl sujesi olan sanığa tanınan kanun yoluna başvuru hakkının CMK"ya göre sadece tebligatı düzenleyen - ki bu konuda dahi ilgili madde CMK"ya atıf yapmıştır- Tebligat Kanununun ilgili maddesine göre kanun yoluna başvuru süresini başlatmak yasal mevzuata uygun bir durum olmayacaktır. Yine müdafiinin kanun yoluna başvuru süresini kaçırması durumunda müdafiye uygulanacak cezai veya idari yaptırım sanığın temyiz hakkını geri vermeyecek ve bu anlamda hak kaybını da önlemeyecektir. Bu itibarla; özellikle Tebligat Kanununun 11 maddesinde yapılan değişiklik, değişikliğin gerekçesi nazara alınarak aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek mahkeme kararlarının sanıklara tebliği ve bu tebliğden itibaren yasa yollarına başvuru süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; gıyapta verilen istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi hükmünün elektronik tebligat yoluyla 22.09.2020 tarihinde sanık müdafiinin e-posta adresine gönderildiği ve mevzuat gereği verilen süre sonunda 27.09.2020 tarihinde otomatik olarak okundu sayılarak sanık müdafiine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği yasal süresi içerisinde temyiz yoluna başvurulmaması neticesinde kararın 13.10.2020 tarihinde kesinleştiğinden sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine karar verildi, bu yönüyle Dairemizde oluşmuş bir uyuşmazlık bulunmadığı;
Ancak istinaf kararının sanığa tebliğ edilmediği, sanığın 16.11.2020 tarihli dilekçe ile hükmü temyiz ettiği, bu tarihin öğrenme tarihi olarak kabulü ile temyiz isteminin süresinde olduğu kabul olunarak isteminin incelenmesi görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki uygulamasına iştirak etmiyoruz.