İnanç Sözleşmesi - Yazılı Delil - Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/2312 Esas 2021/6406 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/2312
Karar No: 2021/6406
Karar Tarihi: 03.11.2021

İnanç Sözleşmesi - Yazılı Delil - Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/2312 Esas 2021/6406 Karar Sayılı İlamı

MAHKEMESİ : ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda ilk derece mahkemesince davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, ekonomik sıkıntıları nedeniyle 14.02.2006 tarihinde eşiyle birlikte davalıdan bir miktar borç aldıklarını, borcun 15.05.2006 tarihinde 40.500,00 TL olarak ödenmesi halinde kendilerine iade edilmesi kaydıyla borcun teminatı olarak maliki olduğu ... parsel sayılı taşınmazı davalıya devrettiğini, tapu senedinin arkasına bu hususu sözleşme olarak da yazdıklarını, muhtelif tarihlerde 40.500,00 TL’yi davalıya ödediğini, ancak tapunun iade edilmediğini ileri sürerek dava konusu ... parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı, zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının satış vaadi sözleşmesinden bahsettiğini, işbu sözleşme gereğince davacının ödemesi gereken bedeli ödemediğini, ödemeye ilişkin bir delil de sunulmadığını, davacının taşınmazda haksız işgalci durumunda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; 11.04.2019 tarihli duruşmada; davacı ve eşinin kendisinden borç alıp dava konusu taşınmazı devrettiklerini, altı ay içerisinde borcun ödenmesi halinde taşınmazı devir edecekken, borç ödenmediği için taşınmazı devretmediğini beyan etmiştir.

İlk derece mahkemesince, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince, taraflar arasındaki inançlı işlemin sabit olduğu, ancak davacının davalıya ödemesi gereken borç miktarının saptanarak mahkeme veznesine depo ettirilmesi konusunda davacıya olanak tanınması ve sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret edilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılıp, dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; gönderme kararı üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda, denkleştirici adalet ilkesi gereğince saptanan 221.899,89 TL’nin muhtıraya rağmen davacı tarafından mahkeme veznesine depo edilmemesi nedeniyle davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 182 parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı adına kayıtlı iken 02.02.2006 tarihinde davalıya satış yoluyla temlik ettiği, taraflar arasında düzenlenen sözleşme başlıklı belgeye göre, 15.05.2006 tarihinde 40.500 YTL ödendiğinde tapunun davacıya satışının yapılacağının kararlaştırıldığı, davalının 11.04.2019 tarihli duruşmadaki beyanında, inançlı işlemin varlığını kabul ettiği, davacının ödemeye ilişkin birtakım belgeler sunduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Somut olaya gelince; taraflar arasında inançlı işlemin varlığı sabittir. Taraflarca imzası inkar edilmeyen sözleşmeye göre, davacının davalıya ödemesi gereken borç miktarı ve ödeme tarihi de bellidir. Geçerli bir sözleşme ile ödeme tarihi ve miktar belirlendiğine göre ve geçerli sözleşmelerde denkleştirici adalet ilkesinin uygulanmayacağı da gözetildiğinde, mahkemece, denkleştirici adalet ilkesine göre yapılan hesaplama ile belirlenen miktarın depo edilmesi konusunda davacıya muhtıra gönderilmesi doğru değildir.

Öte yandan, davacı tarafından sunulan ödeme belgelerindeki yazı ve imzanın davalıya ait olması halinde sözkonusu belgelerin HMK’nin 202/2. maddesi uyarınca ödeme hususunda delil başlangıcı teşkil edeceğinde ve delil başlangıcı teşkil etmesi halinde HMK’nin 202/1. maddesine göre tanık dinlenilebileceğinde kuşku yoktur.

Hal böyle olunca, davacı tarafından sunulan ödeme belgelerindeki imza ve yazı konusunda davalının isticvap edilmesi, imza ve yazı inkarı olur ise usulünce imza ve yazı incelemesi yaptırılması, belgelerdeki yazı ve imzanın davalıya ait olması halinde tanıkların bu hususta yeniden dinlenerek davacı tarafından yapılan ödemelerin saptanması ve bu ödemelerin mahsup edilerek kalan borç miktarı yönünden faiz hesabı da yaptırılmak suretiyle ödenmesi gereken borç miktarının belirlenip, TBK’nin 97. maddesi gereğince mahkeme veznesine depo edilmesi konusunda davacıya süre verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Davacının temyiz itirazının değinilen yönden kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi uyarınca ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nin 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ... 3. Asliye Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.11.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

Hemen Ara