Esas No: 2017/1121
Karar No: 2018/1104
Karar Tarihi: 16.05.2018
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1121 Esas 2018/1104 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair verilen 11.06.2009 gün ve 2005/110 E., 2009/231 K. sayılı karar, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 05.05.2010 gün ve 2010/1002 E., 2010/5892 K. sayılı kararı ile,
"…Davacı Hazine vekili, Muallimköy 347 parsel sayılı 6560 m2 yüzölçümlü taşınmazın 1993 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kaldığından davalılar miras bırakanı Hüseyin Rıdvan Saygı adına kayıtlı tapunun iptalini ve Hazine adına tescilini istemiştir. Mahkemece, 5841 Sayılı Yasa ile değişik 3402 Sayılı Yasanın 12/3. Maddesinde öngörülen 10 yıllık hakdüşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kesinleşen orman kadastrosu sınırı içinde kalan tapu kaydının iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tesbit tarihinden sonra 1993 yılında 6831 Sayılı Yasa hükmüne göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ve 13.09.1966 tarihinde yapılan genel arazi kadastrosu bulunmaktadır. Daha sonra 06.11.1995 tarihinde ilan edilerek dava tarihinde kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B madde uygulaması vardır. Genel arazi kadastrosu işlemi 1966 yılında yapılmış ve kesinleşmiştir.
Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmişse de, uzman orman ve fen bilirkişiler tarafından kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B madde uygulamasına ait harita ve tutanaklar ile arazi kadastrosu paftasının uygulanması sonucu dava konusu taşınmazın 1945 yılında 4785 Sayılı Yasanın yürürlüğünden önce yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları dışında bırakılmışsa da 1993 yılında 4785 Sayılı Yasa ve 6831 Sayılı Yasanın 7. maddesinin verdiği orman kadastrosu yetkisi ile çalışan 6 nolu orman kadastro komisyonu tarafından orman kadastro tutanağının 95. sayfasında açıklandığı gibi "üzerindeki eylemli orman örtüsü nedeniyle "Harkarkası Devlet Ormanı" olarak sınırlandırıldığı anlaşılmaktadır. 6831 Sayılı Orman Yasasının 7. maddesindeki “Devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da herhangi bir nedenle orman sınırları dışında kalmış ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit (bu kavram içine daha önce arazi kadastrosu yapılmış ve yapılmamış tüm taşınmazlar girmektedir) taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırının tayini ve tesbiti orman kadastro komisyonları tarafından yapılır.” hüküm ve 4785 Sayılı Yasanın 1. maddesindeki hüküm gereğince yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B madde uygulamasına ait harita ve tutanaklar ile arazi kadastrosu paftasının uzman orman ve fen bilirkişisi tarafından uygulanması sonucu, dava konusu taşınmazın kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı, keşif sırasında çekilen renkli fotoğraflardan eylemli olarak 5-6 metre boyunda meşe ağaçları ile kaplı olduğu, davacı Hazine, genel arazi kadastrosundan önceki hukuki sebeplere değil, kadastrodan sonraki hukuki nedene dayanarak iptal ve tescil isteği ile dava açtığından, somut olayda 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesi hükümlerinin uygulanma olanağının bulunmadığı, orman kadastrosunun kesinleşmesiyle taşınmazın kamu malı niteliğini kazandığı ve mülkiyet hakkının Hazineye geçtiği, bu nedenle mahkeme kararının yenilik doğuran (inşai), mülkiyet hakkını sona erdiren bir hüküm olmayıp, mevcut durumu saptayıp hukuksallaştıran, açıklayıcı (izhari) bir hüküm olacağı, başka bir anlatımla; sicilin oluştuğu tarihden itibaren mülkiyet hakkının doğmadığını, sicilin yolsuz ve geçersiz olduğunu belirleyen bir hüküm olacağı, bu tür kayıtlarda T.M.Y."nın 1023. (E.M.Y.931 - İsviçre M.Y.974) maddesindeki "iyi niyetle edinme" kuralının da uygulanamayacağı, taşınmaz eylemli orman olduğu, 1965 yılında belgesizden zilyetliğe dayanılarak davalılar miras bırakanı adına tarla cinsiyle tesbit ve tescil edildiği, ancak dosyadaki bilgilere göre tarla olarak kullanılmadığı, Hukuk Genel Kurulunun oybirliği ile verdiği 25.11.2009 gün 2009/20-446-559 sayılı kararında aynen "Orman Kadastro Komisyonu tarafından yapılan ve kesinleşen orman kadastrosu ile 2/B çalışmalarında taşınmazın fiilen orman olması nedeniyle orman sınırları içinde bırakıldığı anlaşılmaktadır.
6831 Sayılı Orman Kanunu"nun 11. maddesi uyarınca;
"Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilanı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir.
Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2"nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur..."
Orman Kadastro Komisyonunun dava konusu taşınmazın o tarihte yürürlükte bulunan 6831 Sayılı Yasanın 7. maddesi ve 02.09.1986 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Orman Kadastro Yönetmeliği hükümlerine göre yapılan kadastroda orman sınırı içinde bırakıldığı, çalışmaların kesinleştiği ve bu tarihten itibaren anılan hükümde yer alan 10 yıllık hakdüşürücü sürenin geçtiği, diğer bir anlatımla; tapu kaydı dikkate alınmaksızın orman sınırları içinde bırakıldığı, Orman Kadastro Komisyonu tutanak ve kararlarının hakdüşürücü sürenin geçmesi nedeniyle kesinleşmesi ile taşınmazın orman niteliğine ilişkin karar ve tutanakların da kesinleştiğinin kabulü zorunludur.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece yapılması gereken; 6831 Sayılı orman Kanununun 11. maddesinde düzenlenmiş olan hakdüşürücü sürenin geçirilmiş olması nedeniyle Orman Genel Müdürlüğünce açılan davanın kabulüne karar vermektir." Sözü edilen Hukuk Genel Kurulu Kararında benimsenen ilkeler somut olayda aynen geçerli olduğu gözönünde bulundurularak tapu kaydının iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir…"
gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı Hazine vekili Cumaköy 347 parsel sayılı taşınmazın 1993 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı iddiasıyla davalıların miras bırakanı Hüseyin Rıdvan Saygı adına kayıtlı tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yerel Mahkemece 5841 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olay bakımından eldeki davaya 5841 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kanunun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına:
“Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın” ibaresi eklenmiş;
3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinde de;
“Bu Kanunun 12. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.”
hükmüne yer verilmiştir.
Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.6.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 33. maddesinde yer alan “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Bir başka yönüyle Anayasa Mahkemesi iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
Hâl böyle olunca Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunludur ve mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
O hâlde yerel mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak davanın esası incelenerek karar verilmek üzere (diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin) salt bu değişik neden ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının, mahkemece oluşan yeni yasal durum nazara alınarak davanın esası incelenerek karar verilebilmesi için, yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, HUMK"nın 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.