Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2264 Esas 2018/1101 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2264
Karar No: 2018/1101
Karar Tarihi: 16.05.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2264 Esas 2018/1101 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2264 E.  ,  2018/1101 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasında birleştirilerek görülen “el atmanın önlenmesi ve temliken tescil,olmadığı takdirde tazminat” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Ceyhan 2. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davada elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, birleşen davada ise tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tazminat isteminin kabulüne dair verilen 09.04.2013 gün ve 2012/219 E., 2013/350 K. sayılı karar davacı-birleşen davalı vekilince temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23.09.2013 gün ve2013/9341 E., 2013/11983 K. sayılı kararı ile:
    “…Dava, başkasının çaplı taşınmazına yapılan binaların bedellerinin tahsili istemine ilişkindir.
    Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, davacılar tarafından yapılan binaların yapı bedellerinin davalıdan tahsili ile davacılara verilmesine karar verilmiştir.
    Hükmü, davalı ... vekili temyiz etmiştir.
    Asıl davanın davacısı ... elatmanın önlenmesi, birleştirilen davanın davacıları ... ve ... TMK"nın 724. maddesi uyarınca temliken tescil, muhdesatın aidiyetinin tespiti, ıslah ile tazminat istemiyle dava açmış, mahkemece elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, birleştirilen temliken tescil ve muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının reddine karar verilmiş, tarafların temyizi üzerine Dairemizce elatamının önlenmesi, temliken tescil ve muhdesatın aidiyetinin tespitine ilişkin hükme yönelik tarafların temyiz itirazları reddedilerek karar onanmış ancak birleştirilen davanın davacıları ... ve ..."nın ıslah yolu ile öne sürdükleri tazminat istemleri hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemesi nedeniyle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine mahkemece bozma ilamına uyularak davacılar ... ve ..."nın muhik tazminat talebi kabul edilmiştir.
    Bilindiği üzere başkasının taşınmazına temelli ve kalıcı nitelikte yapı inşa edilmesi durumunda, TMK"nın 684. ve 718. maddelerinin hükümleri gereğince yapı üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline geleceğinden ana taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Bu konumdaki taşınmazın maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişki TMK"nın 722, 723. ve 724. maddelerinde düzenlenmiştir.
    TMK"nın 722. maddesi, taşınmaz malikine rızası olmaksızın yapılmış ve yıkımı aşırı zarar doğurmayan yapının yıkımını isteme hakkı tanımış, yıkım masrafının yapı malikine ait olacağını hükme bağlamıştır. Ne var ki, yasada “aşırı zarar” kavramı tanımlanmadığından yasa koyucunun bu yöndeki asıl amacı göz önünde tutulmalıdır. Değinilen maddenin düzenlemesine yol açan neden, meydana getirilen yapının korunmasındaki mevcut olan genel iktisadi yarardır. Diğer bir söyleyişle dava tarihine göre yapının yıkımı halinde objektif ölçüler içerisinde tespit edilecek zararın çok fazla olması aşırı zararın varlığını gösterir. Bununla birlikte gerektiğinde özel ve teknik hususlarda uzman bilirkişilerin bilgisine başvurulmak suretiyle taşınmaz sahibinin o yapıdan yararlanma derecesi, arsanın bütünlüğünün bozulup bozulmaması, taşınmazın değerinde doğacak noksanlık gibi sübjektif durumlar da dikkate alınmalıdır.
    TMK’nın 723. maddesindeki düzenlemede ise;
    a)Malzeme sahibinin iyiniyetli olması halinde; aşırı zarar doğması sebebiyle yapı yıkılamadığı takdirde taşınmaz malikinin malvarlığında sebepsiz bir zenginleşme meydana geleceğinden, taşınmaz malikinin malzeme sahibine muhik (haklı) bir tazminat vermesi gerektiği,
    b)Malzeme sahibi iyiniyetli değilse; tazminat miktarının, levazımın en az kıymetini geçemeyeceği belirtilmiştir.
    Birleştirilen davanın davacılarının temliken tescil talepleri iyiniyetli olmadıkları gerekçesiyle reddedilmiş ve bu ret kararı da Dairemizce onanmış olduğuna göre artık muhdesat sahibi davacıların lehine dava konusu taşınmaz üzerindeki muhdesatın asgari levazım bedeline hükmedilmesi gerekirken bilirkişilerce belirlenen değer esas alınarak karar verilmesi doğru görülmemiştir…”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Asıl dava el atmanın önlenmesi, birleşen dava temliken tescil, bunun mümkün olmaması hâlinde taşınmaz üzerindeki muhdesatın davacılara ait olduğunun tespiti ile tazminatın tahsili istemlerine ilişkindir.
    Asıl davada davacı vekili müvekkili adına kayıtlı 509 parsel sayılı taşınmazı davalıların haksız olarak kullandıklarını belirterek elatmanın önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalılar, davacının babaları olduğunu; dava konusu taşınmazın alınması, çiftlik hâline getirilmesi ve üzerine ev inşa edilmesine davacının katkısı olmadığını, taşınmaz üzerindeki evlerin kendileri tarafından inşa edildiğinin herkesçe bilindiğini beyanla davanın reddini istemişlerdir.
    Birleşen davada ise davacılar vekili, müvekkillerinin dava konusu taşınmaza davalının muvafakati ile ev inşa edip ağaç diktiklerini, müvekkillerinin iyi niyetli olduğunu, dava konusu taşınmaz üzerine inşa edilen binaların ve ağaçlarının değerinin taşınmaz değerinden fazla olduğunu belirterek 509 parsel sayılı taşınmazın 1000 m2’lik kısmının davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına tesciline, ifraz mümkün olmadığı takdirde iki adet bina ve ağaçların davacılara ait olduğunun tespitine karar verilmesini,10.11.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu binaların keşifte belirlenen değerlerinin dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Birleşen davada davalı vekili, dava konusu taşınmaz üzerindeki bina ve ağaçların müvekkiline ait olduğunu belirterek birleşen davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece dava konusu taşınmazın mülkiyetinin asıl davacıya ait olduğu, binaların davacı-birleşen davalı ve davalı-birleşen davacılar tarafından parsel malikinin izni ve onunla birlikte yapıldığı, kural olarak arazi üzerinde bulunan muhdesatın taşınmaz malikine ait olduğu ancak mülkiyetin kendisine geçirileceği inancıyla hareket eden iyiniyetli yapı malikinin tescil talep etme imkânı bulunduğu, somut olayda 509 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan binanın davacı-birleşen davalının rızası ile davalı-birleşen davacılar evlendiklerinde oturmaları için birlikte yapılmasının ve davalı-birleşen davacıların bina yapımında emek ve masraf harcamasının binaların arsasının davalı-birleşen davacılara devredileceği sonucunu doğurmayacağı, bununla birlikte davalı-birleşen davacıların da arsanın kendilerine devredildiğine dair delil sunmadıkları, birleşen davada ise tescil talep edilen kısmın ifrazının mümkün olmadığı belirtilmiş olmadığı gerekçesi ile asıl davanın kabulüne , birleşen davanın ise reddine karar verilmiştir.
    Hüküm davalı-birleşen davacılar vekilinin tarafından temyizi üzerine Özel Dairece birleşen davada davacıların ıslah dilekçesi ile talep edilen yapı bedelinin tahsili istemi hakkında bir karar verilmemesinin doğru olmadığı, gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
    Yerel Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda elatmanın önlenmesi davasına ilişkin verilen kararın kesinleştiği, davalı-birleşen davacıların taşınmaz malikinin izni ile bina inşa ettikleri, bu nedenle iyi niyetli oldukları dolayısıyla işçilik bedeli dâhil yapının dava tarihi itibari ile yıpranma payı düşüldükten sonra tam değerini isteyebileceği gerekçesiyle tazminat isteminin kabulüne karar verilmiştir.
    Davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    Direnme kararını davacı-birleşen davalı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı-birleşen davacıların iyi niyetli olup olmadıkları; burada varılacak sonuca göre davalı-birleşen davacılar yararına yapı bedeli olarakuygun bir tazminata mı yoksa arazi maliki için taşıdığı en az değere mi hükmolunacağı noktalarında toplanmaktadır.
    İşin esasına geçilmeden önce konuyu düzenleyen mevzuatın irdelenmesinde yarar vardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 684’üncü maddesinin birinci fıkrası “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” şeklindedir. Bu yasal düzenleme ile asıl şey (eşya) üzerinde bir kişinin, bütünleyici parça üzerinde başka kişinin mülkiyet hakkına sahip olması engellenmiştir.
    Bütünleyici parçanın ne olduğu ise TMK’nın 684’üncü maddesinin ikinci fıkrasında açıklanmış ve “Bütünleyici parça, yerel örf ve adetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır” denilmiştir.
    Bu itibarla arazi, daima asıl şeyi teşkil ederken, onunla birleştirilmiş veya bağlantısı kurulmuş inşa eserleri bütünleyici parça niteliğinde olup, o taşınmazın mülkiyetine tabidir. Taşınmaz mülkiyetinin kapsamının düzenlendiği TMK’nın 718’inci maddesinin ikinci fıkrasında da bu husus dile getirilmiş ve yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapıların, arazi üzerindeki mülkiyetin kapsamına girdiği belirtilmiştir. Nitekim TMK’nın 722’nci maddesinin birinci fıkrasında “…Bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.” denilmiştir.
    Bununla birlikte TMK’nın 722’nci maddesinin ikinci fıkrasında “Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir.” hükmü yer almaktadır. Diğer taraftan koşulların gerçekleşmemesi nedeniyle tescil mümkün olmaması hâlinde arsa maliki tarafından yıkım talep edilmediğiya da aşırı zarar doğması sebebiyle yapı yıkılamadığı takdirde taşınmaz malikinin mamelekinde sebepsiz bir zenginleşme meydana geleceğinden, taşınmaz malikinin, malzeme malikine bir tazminat vermesi gerektiği ve tazminat miktarının malzeme malikinin iyi niyetli olup olmamasına göre belirleneceği hususu TMK’nın 723’üncü maddesinde düzenlenmiştir.
    Malzeme sahibinin iyi niyetli olması hâlinde arazi maliki, malzeme sahibine uygun bir tazminat ödemekle yükümlü olacağına ilişkin, TMK’nın 723’üncü maddesinde sözü edilen “uygun tazminat” sözcüğünden, salt inşaat bedeli değil, olayın özelliğine göre, aynı Kanun’un 4’üncü maddesinden aldığı yetkiye dayanarak hâkimin takdir edeceği en uygun bedel (asgari levazım bedeli) ile taşınmaz maliki yönünden yapının sübjektif (öznel) olarak taşıdığı değer anlaşılmalıdır. TMK’nın 723’üncü maddesinde iyi niyetli olmayan malzeme malikine ödenecek tazminat miktarının, arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçemeyeceği öngörülmüştür.
    TMK’nın 723’üncü maddesinde bahsi geçen "iyi niyet"ten maksat, TMK’nın 3’üncü maddesi anlamındaki iyi niyettir. Her ne kadar TMK’nın 3’üncü maddesinde iyi niyet tanımlanmamış ise de, aynı Kanunun 1024’üncü maddesinin birinci fıkrasındaki “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.” hükmü ile kötü niyetli kişi tanımlanmış olup, anılan hükümden hareketle “iyi niyet” tanımı yapmak mümkündür. İyi niyet, bir hakkın kazanılmasına engel olan hukuki bir eksikliğin bilinmemesi veya bilinmesinin gerekmemesidir. Bu anlamda olmak üzere malzeme sahibi yapıyı meydana getirirken arazinin başkasına ait olduğunu bilmiyor veya objektif olarak bilmesi kendinden beklenemiyorsa iyi niyetli olarak kabuledilir. Bundan başka malzeme sahibi arazinin başkasına ait olduğunu bilmekte veya bilmesi gerekmekle beraber, arazisinde yapı meydana getirilmesinde arazi sahibinin açık veya zımni rızası varsa ya da malzeme sahibi bu yöndeki bir rızanın bulunmadığını bilmediği veya objektif olarak bilmesinin beklenmediği durumlarda da malzeme sahibi iyiniyetli olarak kabul edilmelidir. Zira TMK’nın 724’üncü maddesindeki iyi niyetin, sadece arazinin başkasına ait olup olmadığının bilinmemesi konusuna hasredilebileceğine ilişkin bir ibare bulunmayıp; bir kimsenin başkasına ait olduğunu bilmediği bir arazide kendi malzemesini kullanarak yapı meydana getirmesi ile yapıyı arazi sahibinin açık veya zımni rızasıyla meydana getirmesi arasında, iyiniyet bakımından bir fark yoktur. Çünkü her iki durumda da malzeme sahibi iyi niyetlidir. Aynı şekilde malzeme sahibinin, arazinin başkasına ait olduğunu bilmekle beraber, kendisine ilgili arazide yapı meydana getirme imkânı (yetkisi) veren ayni ya da şahsi bir hakkın yokluğunu bilmediği veya objektif olarak bilmesinin kendisinden beklenemediği hâllerde de onun iyi niyetli olduğunun kabulü gerekmektedir.
    İyi niyetin hangi âna kadar aranacağı konusunda ise iyi niyet inşaatın devamı süresince var olmalıdır. Bir başka ifade ile malzeme sahibinin yapının meydana getirilmesinden tamamlanması anına kadar iyi niyetli olması gerekir. Malzeme sahibinin inşaat tamamlandıktan sonra arazide yapı meydana getirilmesine yönelik bir hakkın yokluğu konusunda sonradan edindiği bilgi onu kötü niyetli hâle getirmez. Çünkü kanunda belirtilen bir hakkın doğumuna engel olan durumun sonradan öğrenilmesi iyiniyetin varlığına engel olmaz.
    İyi niyetin ispatı konusunda ise TMK’nın 3’üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca iyi niyetin varlığı asıl olduğu için, Hukuk Muhakemleri Kanunu’nun 190’ıncı (TMK m.6) maddesinde yer alan genel ispat yükünün aksine, malzeme sahibinin iyi niyetli olduğunu ispatlamasına gerek olmayıp, arazi sahibinin malzeme sahibinin iyi niyetli olmadığını ispatlaması gerekir. (Oğuzman, Kemal/ Seliçi, Özer/ Oktay- Özdemir, Saibe: Eşya Hukuku, İstanbul 2009, s. 406).
    Yukarıda yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, kural olarak çaplı taşınmazlara inşaat yapılması hâlinde iyi niyet iddiası dinlenemez ise de, arazi maliki ile yapı maliklerinin baba oğul olması ve binaların davacı-birleşen davalı ...’nın bilgisi dâhilinde evlendiklerinde oturmak amacıyla davalı-birleşen davacılar tarafından inşa edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, davalı-birleşen davacıların iyi niyetli oldukları, dolayısıyla tazminat olarak “uygun bedel” isteyebilecekleri kabul edilmelidir.
    Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, çapa bağlı taşınmazda iyi niyet iddiasının dinlenemeyeceği kaldı ki babanın taşınmaz mülkiyetinin oğulları olan birleşen davacılara vereceğine dair beyanı bulunmadığından davalı-birleşen davacıların arsa malikinden sadece arazi maliki için taşıdığı en az değeri talep edebileceği bu nedenle direnme kararının Özel Daire kararındaki gerekçelerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    Hâl böyle olunca, davalı-birleşen davacıların iyi niyetle babaları olan davacı-birleşen davalının arazisine onun rızası ile ev inşa ettikleri dolayısıyla “uygun tazminata” hükmolunmasını kabul eden direnme kararı yerindedir.
    Ne var ki Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup davacı-birleşen davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

    Hemen Ara