Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2021/4318 Esas 2022/5118 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
11. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/4318
Karar No: 2022/5118
Karar Tarihi: 21.06.2022

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2021/4318 Esas 2022/5118 Karar Sayılı İlamı

11. Hukuk Dairesi         2021/4318 E.  ,  2022/5118 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ

    Taraflar arasındaki davada Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti'nce verilen 21.02.2017 gün ve 2017/İHK-602 sayılı karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, saklanmak üzere tevdi edildiği İstanbul Anadolu 9. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiş olup, dosya için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
    Davacı vekili, müvekkilinin Adana ili, ...İlçesi, ... ve ... köylerinde bulunan farklı ada/parsel numaralarına kayıtlı arazileri üzerindeki badem ağaçlarında oluşabilecek riskler için 21.01.2016 tarihinden başlamak üzere 6022297, 6022123, 6021986, 6022352 ve 6022201 sayılı Devlet Destekli Bitkisel Ürün Sigorta Poliçeleri ile sigortalattığını, 17-18 Mart 2016 tarihlerinde oluşan don sebebi ile teminat kapsamında bulunan badem ağaçlarının zarara uğradığını ve ağaçların veriminin yaklaşık 4,4 kg düştüğünü, bu hususun sigorta şirketince yapılan ekspertiz raporu ile sabit olduğunu, 25.03.2016 tarihinde sigorta şirketine zararın karşılanması için başvuruda bulunduğunu, ancak sigorta şirketince zararın teminat kapsamı dışında kaldığını belirtmek suretiyle 30.03.2016 tarihinde red edildiğini, sigorta şirketince yapılan ekspertiz raporları verilmemesi nedeniyle ihtarda bulunulduğunu, sigorta şirketince verilen cevabı ihtarnamede ağaçların küçük meyve döneminde olduğu ve don hasarı kaynaklı bir etkilenmenin olmadığı, verim düşüklüğünün kış donları kaynaklı meyve gözlerinin etkilenmesi nedeniyle oluştuğu şeklinde ilk teminat dışı kalma gerekçelerinden farklı gerekçelerde bulunduklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 50.000,00 TL tutarındaki sigorta tazminatının 07.06.2016 ihtarname tebliğ tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalı Tarım Sigortaları Havuzu A.Ş.(TARSİM) tarafından tahsilini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili, sigortalı tarafından 6022297, 6022123, 6021986, 6022352 ve 6022201 sayılı poliçeler için 11.03.2016 tarihinde don hasarı olduğu gerekçesiyle 25.03.2016 tarihinde acenteye başvurulduğunu, 28.03.2016 ve 29.03.2016 tarihinde ilgili acente tarafından hasar ihbarında bulunulduğunu ve 30.03.2016 tarihinde yerinde tespit yapıldığını, sigortalının hasar tespiti için gelen eksperlere kendi arazisi olduğunu belirttiği tek bir araziyi göstererek 5 poliçenin de bu araziye ilişkin olduğunu beyan ettiğini, ancak poliçenin 3 adedinin ... Köyünde, 2 adedinin de ... Köyünde olduğunu, eksperlere gösterilen yerin koordinatları ile poliçelerdeki koordinatların uyuşmaması üzerine ihbarların reddedildiğini, sadece ... Köyündeki arazilerini gösterdiğini, bütün poliçelere ait arazinin olduğunu beyan etmesi nedeniyle ... köyünde hasar tespiti yapılmadığını, belirtilen tarihlerde de ...İlçesinde bir don hasarının gerçekleşmediğini, mart ayında sigortalı dışında herhangi bir hasar ihbarı yapılmadığını, meyvelerde don hasarına bağlı belirtilerin olmadığını, teminat başlamadan önce oluşan kış donlarından kaynaklı verim kayıplarının Devlet Destekli Bitkisel Ürün Sigortası Genel Şartları A.9. Sigorta Teminatının Başlangıcı ve Sonu başlıklı maddesinin A.9.1.2 gereğince fenolojik olarak ilk çiçeklenme evresine girmesinden sonra teminatın başlayacağı düzenlendiğinden verim kayıplarının tazminin mümkün olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince, tüm dosya kapsamına göre, başvuru sahibine ait tarımsal üründe don zararı oluştuğu ve meydana gelen zararın 33.826,00 TL tutarında olduğu gerekçesiyle başvurunun kısmen kabulü ile 33.826,00 TL tutarındaki sigorta tazminatının 07.06.2016 tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte aleyhine başvuru yapılan sigorta şirketinden alınarak başvuru sahibine ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
    Karara karşı taraf vekillerince yapılan itiraz uyarınca İtiraz Hakem Heyetince, başvuranın Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurmadan önce, TARSİM'e gönderdiği 30.05.2016 tarihli ihtarnamede meydana gelen zararın riziko kapsamında kabul edilerek, poliçede belirtilen hesap kalemleriyle hesaplama yapıldığı, oluşan zararın toplamının 1.080.053,24 TL olduğunun ihtar edildiği, ayrıca başvuran tarafından verilen 24.11.2016 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilkeçesinde de aynı hesaplamayı yaptığı ve 1.080.053,24 TL olduğunun üzerinde durulduğu, başvuru sahibi söz konusu davayı açarken alacağını tam ve kesin olarak hesaplayabilir nitelikte olduğundan başvurusunu belirsiz alacak davası şeklinde açmasında hukuki yararının bulunmadığı, hukuki yararda dava şartı olduğundan hakemin dava şartı yokluğundan usulden reddi gerektiği ve yokluğunun sonradan giderilebilecek bir dava şartı niteliğinde olmadığı gerekçesiyle başvuru sahibi Mehmet Murşit Güllüoğlu'nun itirazlarının reddine ve sigorta şirketi Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi A.Ş.'nin itirazının re'sen kabulüne, 21.12.2016 tarihli, 2016/k. 37010 sayılı Uyuşmazlık Hakem Heyeti Kararının kaldırılmasına, başvurunun belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından, dava şartı eksikliği nedeniyle başvurunun usulden reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Dava, taraflar arasında düzenlenen Devlet destekli Bitkisel Ürün Sigorta Poliçesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, Uyuşmazlık Hakem Heyetince başvuru sahibine ait tarımsal üründe don zararı oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı taraf vekillerinin itirazı üzerine İtiraz Hakem Heyetince, başvuru sahibinin hem Tahkime başvuru öncesinde davalı sigorta şirketine gönderdiği ihtarnamede hem de Hakem Heyetince alınan bilirkişi raporuna karşı vermiş olduğu itiraz dilekçesinde meydana gelen zararı poliçede belirlenen hesap kalemleriyle hesaplaması neticesinde zarar toplamını tam ve kesin nitelikte belirlemiş olması nedeniyle başvurusunu belirsiz alacak davası olarak açmasında hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davalı şirketin itirazının re’sen kabulüyle Hakem Heyeti kararının kaldırılarak hukuki yarar dava şartı eksikliği nedeniyle başvurunun usulden reddine karar verilmiştir.
    6100 sayılı H.M.K. 33. maddesinde "Hakemin, Türk Hukukunun re'sen uygulayacağı", HMK 107/1. maddesinde "davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklının, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değer belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği", HMK 109/2. maddesinde düzenlenen kısmi dava açma yasağına ilişkin hükmün davadan önce 01.04.2015 tarih ve 6444 sayılı Yasa'nın 4. maddesi ile yürürlükten kaldırılması sonucu dava tarihi itibari ile kısmi dava açmanın mümkün olduğu, HMK- 115/2 maddesinde "mahkemenin dava şartı noksanlığını tesbit etmesi halinde davanın usulden reddine karar verileceği", HMK 115/3. maddesinde de, "dava şartı noksanlığı mahkemece davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse dava şartı noksanlığından ötürü davanın usulden reddedilmeyeceği " düzenlenmiştir.
    Bu açıklamalar kapsamında somut uyuşmazlığa bakıldığında, 22.07.2016 dava tarihinde başvuru sahibi vekilince, tarımsal ürünlerinde 17-18 Mart 2016 tarihleri arasında meydana gelen don nedeniyle poliçe teminat kapsamında bulunan badem ağaçlarının zarara uğradığı iddiasıyla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 50.000,00 TL değer gösterilmek suretiyle belirsiz alacak davası açılmış, davalıda başvurunun reddini savunmuş, Hakem Heyetince verilen kısmi kabul kararına karşı itiraz neticesinde İtiraz Hakem Heyetince başvurunun hukuki yarar şartı eksikliği nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, oysa, dava belirsiz alacak davası olarak açılmakla birlikte HMK 107/1. maddesinde düzenlenen koşulların bulunmaması nedeniyle alacak belirli bulunduğundan, davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değil ise de, zararının tazmin edilmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında zararının tazmini amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Dava tarihi itibariyle belirli alacaklar içinde artık kısmi dava açılması mümkün hale geldiğinden ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmış olması nedeniyle İtiraz Hakem Heyetince davanın kısmi eda davası olduğunu kabul edip işin esasına yönelik itiraz incelenmesinde bulunması gerekirken yanlış ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin 21.02.2017 gün ve 2017/İHK-602 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının Sigorta Tahkim Kurulu İtiraz Hakem Heyeti’ne gönderilmek üzere yerel mahkemesine iadesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 21/06/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
    MUHALEFET ŞERHİ
    Uyuşmazlık, şartları oluşmadığı halde belirsiz alacak davası şeklinde açılan davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan reddedilip reddedilemeyeceği yahut davaya kısmi dava olarak bakılıp bakılamayacağında temerküz etmektedir.
    Belirsiz alacak davası hukuk sistemimize ilk kez 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile girmiştir. HMK'nın 107. maddesinde belirsiz alacak davası açılmasının şartları düzenlenmiştir.
    Niteliği itibariyle bir eda davası olan belirsiz alacak davasında tam eda davasından farklı olarak dava dilekçesinde tespit edilebildiği ölçüde geçici bir talep sonucunun belirtilmesi yeterlidir.
    Belirsiz alacak davasının amaçlarından birisi, davanın başında talep sonucunu tam olarak belirleyemeyen davacının yüksek yargılama giderine mahkum olma riskinin giderilmesidir. Dava açarken alacak miktarını tam olarak bilemeyen ve bu nedenle talep sonucunu tam olarak yazamayan davacı, talep sonucunu yüksek tutarsa, alacağının kabul edilmeyen bölümü için, davada haksız çıkmış olacak ve bu miktar için yüksek bir yargılama giderine mahkum edilebilecektir. Belirsiz alacak davası, davacının alacağını tahkikat aşamasında belirlenmesinden sonra, belirlemesi ve talep etmesine imkan tanıyarak bu riski ortadan kaldırmaktadır.
    Belirsiz alacak davası ile davacı yanlış ya da düşük talepte bulunma riskinden de kurtulmuş olacaktır. Davacı yüksek yargılama giderlerinden korkarak talebini az ileri sürerse, maddi hukuk açısından haklı olduğundan daha az bir alacağa sahip olacaktır.
    Belirsiz alacak davası, kısmi davanın ardından talep sonucunun artırılması halinde zamanaşımı süresinin dolması riskini de bertaraf etmektedir. Zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davasının açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması riski bulunmamaktadır.
    Belirsiz alacak davası, davacının gereksiz masraf yapmasına, ikinci bir dava açmasına ve çelişik hüküm verilmesine engel olmaktadır. Bu aslında usûl ekonomisine de uygundur. Böylelikle ikinci bir dava açılmasına ya da aynı davada ıslah yoluna başvurulmasına gerek kalmamakta, dolayısıyla zaman ve masraf yönünden tasarruf sağlamaktadır.
    Talep sonucunun belirli olması, alacağın dava açılırken belirlenebildiği hallerde zorunlu bir unsur olarak aranmalıdır. Buna karşılık, alacağın belirlenemediği hallerde davacıdan mutlaka talep sonucunu belirlemesi beklenmemelidir. Ancak bu sayede usûl hukukunun amacı olan subjektif hakların gerçekleşmesi sağlanabilir.
    Belirsiz alacak davasının kabul edilmesinin bir başka nedeni, alacaklının dava açarken talep sonucunu tam olarak belirleyemediği hâllerde, davacıya hakka ulaşmasını sağlayan bir imkân tanınmam istenmesidir. Bu durum özellikle maddi tazminat davalarında ortaya çıkmaktadır.
    Belirsiz alacak davası bu gibi hallerde alacaklının dava dilekçesinde alacağını belirlemek yerine, dava açarken belirleyebildiği kadarını talep ederek, geri kalan kısmını daha sonra belirlenebildiği zaman isteyebilme imkânını tanımaktadır. Usûl hukuku maddi hukuka hizmet etmelidir. Belirsiz alacak davası usûl hukukundaki talep sonucunun mutlaka belirli olmasının istisnasıdır ve böylelikle maddi hukuka ilişkin hakların tam olarak elde edilebilmesini ve usûl hukukundaki şeklilik sebebiyle hak kaybının önlenmesini sağlamaktadır.
    Belirsiz alacak davası genel olarak hak arama özgürlüğü önündeki engelin de kaldırılmasını sağlamaktadır. Zira dava açarken alacağını belirleyemeyen davacı, belirsiz alacak davası sayesinde herhangi bir sınırlama olmaksızın hakkını dava edebilmekte ve elde edebilmektedir. Bu aynı zamanda etkin hukuki korumanın da bir gereğidir.
    Belirsiz alacak davasının bütün olumlu yönlerine rağmen, aslında tam bir eda davası olarak açılabilecek davaların şartları mevcut olmadığı halde belirsiz alacak davası olarak açılmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Zira belirsiz alacak davası asıl olarak alacaklının menfaati esas alınarak kabul edilmiş bir davadır. Bu açıdan davalı tarafa getirdiği bazı olumsuzlukları mevcuttur.
    Davalı taraf talep sonucunu tam olarak bilemediğinden savunma hakkını kısıtlı olarak kullanabilmektedir. Tahkikat boyunca davacının talep sonucu değişebileceğinden, sulh olma, davayı kabul yönünden ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu nedenle Kanun'daki şartların mevcut olmadığı hallerde belirsiz alacak davasının açılmasına izin verilmemelidir (Bkz: Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ, Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 15, Özel Sayı 2013 s. 933-968).
    Belirsiz alacak davasının şartları HMK md. 107'de belirtilmiştir. Buna göre; talep sonucunun belirlenmesinin imkansız veya davacıdan beklenemeyecek olması gerekir. Bu imkansızlık alacaklının kim olduğuna göre, onun subjektif niteliklerine göre değişkenlik göstermeyen objektif bir imkansızlıktır. Alacaklı hukuki ilişkiyi somut olarak ortaya koymalıdır. Başka bir anlatımla belirsiz alacak davası açan davacı talep sonucunu dayandırdığı tüm vakıaları eksiksiz olarak belirlemelidir. Madde de belirtilen hukuki ilişkiden maksat talep sonucunun dayandığı tüm vakıalardır. Bundan başka alacaklı dava dilekçesinde geçici talep sonucunu da belirtmelidir.
    Yukarıda da değinildiği üzere belirsiz alacak davası niteliği itibariyle bir eda davası olmakla birlikte tam eda davasından davanın yürütülmesi ve karara bağlanması açısından önemli farklılıkları bulunmaktadır. İddiayı genişletme yasağı engeline takılmadan ve karşı tarafın rızası ile ıslaha ihtiyaç duymadan talep sonucunun artırılabilmesi, alacağın tamamı için davanın açıldığı andan itibaren faize hükmedilebilmesi, alacağın tamamı için davanın açıldığı anda zamanaşımının kesilmesi belirsiz alacak davasını tam eda davasından ayıran önemli farklılıklardandır.
    Yukarıda amacı, şartları ve tam eda davasından farkları ayrıntılı bir şekilde açıklanan belirsiz alacak davası nitelik olarak bir eda davası ise de, genel eda davasına oranla istisnaî nitelikte bir dava olduğunun unutulmaması gerekir. Mahkeme belirsiz alacak davasının istinaîlik niteliğini daima göz önünde bulundurmalıdır. Dolayısıyla mahkemeye yöneltilen her eda talebinin, belirsiz alacak davası şekilde açılması mümkün değildir.
    Kanunda öngörülen şartlar mevcut olmadığı halde belirsiz alacak davası açılması halinde, mahkemenin davacıya HMK 119/2 hükmüne göre süre vermesi mümkün değildir. Zira HMK m. 119/2 hükmünün uygulanabilmesi için dava dilekçesinin zorunlu unsurlarında bir eksikliğin bulunması gerekir. Oysa belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılan hallerde, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu belirttiğine göre, m. 119/2 hükmünün uygulanmasını gerektiren bir eksiklikten söz edilemez.
    Şartları oluşmadığı halde belirsiz alacak davası açılan hallerde, mahkemenin m. 115/2 hükmüne göre de davacıya süre vermesi mümkün değildir. Zira m. 115/2 hükmü, tamamlanması mümkün olan dava şartı noksanlıklarında uygulanabilecek bir hükümdür. Alacak belirli olduğu için mahkemenin süre vermesi halinde alacak belirsiz hale gelecek de değildir. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar yoktur. Çünkü kanun belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yararı, onun koşullarının gerçekleşmiş olmasında görmüştür. Dolayısıyla ancak bu koşulların gerçekleşmesi halinde davacının tam eda davasında sahip olmadığı bazı avantajlardan yararlanabilmesi mümkün olacaktır.
    Hukuki yarar davanın açıldığı ana göre tespit edilir. Bundan dolayıdır ki davanın açıldığı anda noksan olan hukuki yararın sonradan tamamlanması da mümkün değildir. Mahkemenin koşullarını taşımayan bir belirsiz alacak davasındaki hukuki yarar noksanlığını gidermesi ve davayı başka bir davaya dönüştürmesi için davacıya süre vermesi söz konusu olamaz. Mahkemenin böyle bir yola başvurması tarafa yol göstermek (m.36/1-a) anlamına geleceği gibi hakimin ihsası reyde bulunması (m.36/1-b) anlamına da gelebilir ve bu durumlar hakimin reddi sebebi teşkil eder. Yine bu şekilde davranış açmak davacının aslında istemediği bir davayı açmaya zorlamak anlamına geleceğinden tasarruf ilkesine (m.24/2), davacının söylemediği bir şeyi (alacağın belirli olduğunu) veya vakıaları hakim kendiliğinden dikkate almış olacağından taraflarca getirilme ilkesine (m. 25/1) ve davacının talep etmediği bir hususu re'sen gözetmiş olacağından taleple bağlılık ilkesine (m.26) de aykırılık teşkil edecektir.
    Şartlar oluşmadan açılan belirsiz alacak davasının, hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde tam eda davasına dönüştürülmesi de mümkün değildir. Mahkemenin davayı aydınlatma ödevini gerekçe göstererek, talebini tam eda davasına dönüştürmesi için davacıya süre vermesi söz konusu olamaz. Davacının talebi, çelişkili ya da müphem olmadığına göre, burada hakimin davayı aydınlatma görevine ilişkin hükmün (m.31) uygulanmasını gerektiren bir durum yoktur.
    Şartlar oluşmadan açılmış olan bir belirsiz alacak davasının yukarıda belirtilen gerekçelerle mahkemece kendiliğinden tam eda davası olarak kabul edilmesi de mümkün değildir. Zira davacının iradesi tam eda davası açmak değil belirsiz alacak davası açmaktır. Mahkeme kendiliğinden davacının iradesinin yerine geçerek ona yol gösterici davranışlarda bulunamaz. Ayrıca belirli bir alacak için açılmış olan böyle bir davaya kısmi davanın şartlarını taşımayacağı için kısmî dava olarak da devam edilemez.
    Sonuç olarak, HMK m. 107 hükmünde belirtilen koşulları taşımadığı halde belirsiz alacak davası şeklinde dava açılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Hukuki yarar m. 114 hükmüne göre dava şartı teşkil etmektedir. Dava şartı olan hukuki yararın m. 115/2 hükmüne göre mahkemece süre verilerek tamamlanması da mümkün değildir. Bu nedenle, şartları oluşmadan belirsiz alacak davası şeklinde açılan davanın, dava şartı noksanlığı nedeniyle mahkemece usulden reddedilmesi gerekir (Yrd. Doç. Dr. Kudret ASLAN, Yrd. Doç. Dr. Leyla AKYOL ASLAN, Yrd. Doç. Dr. Taylan Özgür KİRAZ, Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C.16 Özel Sayı 2014 s. 975-1024 - Prof. Dr. Ejder YILMAZ, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi CİH 2 s. 1594).
    Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgiler ışığında somut uyuşmazlığa gelirsek, dava konusu alacağın belirli ve belirlenebilir olduğu hususunda sayın çoğunlukla aramızda görüş farklılığı yoktur. Kuşkusuz vakıaları dercetme davacının, onları niteleyip yorumlamak ise hakimin görevidir. Ancak davacı taraf dava dilekçesinde davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak açtığını beyan etmiş ve iradesini bu şekilde açıklamıştır. Yukarıda da bahsedildiği üzere burada artık hakim davacının iradesinin yerine geçip davacıyı açmadığı bir davaya yönlendirme yetkisine sahip değildir. Bu durumda yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmek gerekirken aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

    Hemen Ara