Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/658 Esas 2018/1091 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/658
Karar No: 2018/1091
Karar Tarihi: 16.05.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/658 Esas 2018/1091 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/658 E.  ,  2018/1091 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Manavgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.11.2012 gün ve 2010/4 E., 2012/693 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 24.10.2013 gün ve 2013/13917 E., 2013/26074 K. sayılı kararı ile;
    “...Davacı, davalı lehine hazine taşınmazı üzerinde tesis edilen tahsis işleminden doğan kullanım bedelinin bildirim ve taahhütnameye rağmen ödenmemesi üzerine tahsili için başlattıkları takibe haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı, borcunun bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
    Mahkemece, hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça temyiz edilmiştir.
    Dava, sözleşmeye dayalı alacağın tahsili için yürütülen takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacı vekili son celse takibe konu alacak hakkında 6111 sayılı Kanunun uygulandığını ve borcun yapılandırıldığını, idare ile yapılacak yazışmalar sonrası davadan vazgeçme yönünde irade açıklamasında bulunmak üzere tarafına süre verilmesini istemiş, mahkemece bu beyana dayanak olan 2.11.2011 tarihli Milli Emlak Müdürlüğü yazısı dikkate alınarak taraflar arasındaki borç ilişkisi hususunda yapılandırmaya gidilerek anlaşma sağlandığı, bu halde davacının davayı sürdürmekte hukuki yararının bulunmadığı, hukuki yararın dava şartı olduğu ve bu nedenle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmış, davacı aleyhine yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Hukuki yarar, davanın açılması anında var olması gereken şartlardan olup, yapılan bilirkişi incelemesi ile davalının takip tarihi itibari ile borcunun bulunduğu mütalaa edildiği gibi, hükme dayanak resmi yazıda da dava devam ederken yapılandırma taksitlerinin tümüyle ödenmediğinin anlaşılması karşısında davacının yürüttüğü takibe vaki itirazın iptalini istemekte hukuki yararının bulunduğu gözetilmeksizin yazılı gerekçe ile davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir...”
    gerekçesi ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava itirazın iptal istemine ilişkindir.
    Davacı Hazine vekili (05.01.2010 tarihli dava dilekçesi ile) davalının taraflar arasındaki resmî taahhütnameden doğan borcunu ihtara rağmen ödemediğini, başlatılan takipte de haksız şekilde borca kısmen itiraz ettiğini ileri sürerek, 283,88 TL asıl alacak ve 946.728,35 TL işlemiş faiz yönünden itirazın iptali ile takibin devamına, davalı borçlunun icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı .... (Sidem A.Ş.) vekili dava konusu takibin Hazineye ait taşınmazda müvekkili lehine tesis edilen üst hakkından kaynaklandığını, davacının müvekkili lehine tesis edilen ek alan tahsisine ilişkin karara istinaden ek alacak talebinde bulunduğunu ancak ek alan tahsisine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı kararının 24.11.2007 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini, iptal edilen ve bu nedenle müvekkili tarafından da kullanılmayan ek alan için ilave yatak bedeli talebinin yasal dayanağının bulunmadığını, müvekkilinin tahsisin iptal edilmemesi için 15.08.2005’ten 26.02.2010 tarihine kadar 997.873,60 TL olmak üzere toplam borcun üzerinde ödeme yapmak zorunda kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece taraflar arasındaki alacak-borç ilişkisinin 6111 sayılı Kanun ile yapılandırma işlemine tabi tutulduğu, davacı vekilince dosyaya sunulan 02.10.2012 tarihli (Milli Emlak Müdürlüğü) yazısından da taraflar arasında çekişmeli alacağın yapılandırmaya gidilerek anlaşma sağlandığından davacının davasını sürdürmekte hukuki yararının bulunmadığı değerlendirilerek dava şartı yokluğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
    Bozma kararına karşı yerel mahkeme ilk karar gerekçelerine ek olarak hukuki yararın davanın her aşamasında mevcut olması gereken bir dava şartı olduğu, aksi hâlde davanın taraflar arasındaki yapılandırma süreci sonuna kadar gereksiz yere devam etmek durumunda kalacağı açıklanarak direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda icra takibine konu alacağın itirazın iptali davası açıldıktan sonra 6111 sayılı Kanun kapsamında yapılandırılarak taksitler hâlinde alacaklıya ödenmeye başlanmış olması nedeniyle davanın sürdürülmesinde hukuki yararın bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde işin esasının incelenmesinden önce mahkemece kurulan ilk hükümde davanın reddi ile birlikte “47.451,85 TL” vekâlet ücretinin davacı taraftan alınarak davalı tarafa verilmesine” karar verilmiş iken, direnme kararında vekâlet ücretine ilişkin herhangi bir hüküm kurulmayarak direnme kararının ilk karardan farklı olmasının usul bozması nedeni yapılıp yapılamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve vekâlet ücretine ilişkin kısmın davalı tarafından temyiz edilmediği, bu nedenle Hukuk Genel Kurulu önüne getirilmiş bir hukuka aykırılık iddiası ve dolayısıyla ön sorunun bulunmadığı oy birliği ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
    Eldeki uyuşmazlıkta öncelikle hukuki yarar kavramı ve bu kavramın itirazın iptali davalarındaki yansıması üzerinde durulması gerekir.
    Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
    Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
    Hukuki yarar dava şartlarından olup (HMK m.114), davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s.19-21).
    Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
    Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. b., İstanbul 2017, s.946-949).
    Bu aşamada "itirazın iptali davası" ve “hukuki yarar” kavramının itirazın iptali davasındaki yansıması da irdelenmelidir.
    Öncelikle belirtilmelidir ki itirazın iptali davaları yapılan takibe vaki itiraz üzerine duran takibin yeniden canlanmasını, devam etmesini sağlamak amacıyla açılan davalardır.
    Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 67’nci maddesinden alan itirazın iptali davası, alacaklının icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66’ncı maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada belirlenecek husus, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazında haklı olup olmadığıdır.
    Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden; davanın reddi hâlinde alacaklı, borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi, davanın kabulü hâlinde borçlu da alacaklıya karşı bir menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır.
    Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.
    Bu dava yargılama usulü bakımından genel hükümlere tâbidir (İİK m.67/1). Alacaklı, alacağının varlığını Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre caiz olan her türlü delil ile ispat edebilir. İtirazın iptali davası, takip hukukuna özgü tahsil davasıdır, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirmiş olup olmamasına bakılmaksızın, bütün itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden mahkemenin, borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi durumunda, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır (HGK’nın 07.03.2018 gün, 2017/23-2538 E., 2018/440 K. sayılı kararı).
    Hemen belirtilmelidir ki henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu itirazından sonra fakat aleyhine henüz itirazın iptali davasının açılmadığı dönemde (bir ihtirazî kayıt, çekince ileri sürmeksizin) takip konusu borcu tamamen öderse alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukuki yararı da bulunmayacaktır. Zira itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukuki yararın mevcut olmayacağı kuşkusuzdur (HGK’nın 04.07.2007 gün ve 2007/13-453 E., 2007/453 K.; 09.02.2011 gün ve 2011/13-29 E., 2011/56 K. sayılı kararları).
    Ne var ki eldeki davada davanın açılmasından önce borcun ödenmesi söz konusu olmayıp itirazın iptali davası açıldıktan sonra takip konusu alacak 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun çerçevesinde yapılandırılmış ve borç davalı tarafından ödenmeye başlanmıştır.
    Söz konusu Kanun’un 1’inci maddesinde hangi kamu alacaklarının yapılandırılacağı tanımlanmış olup 3’üncü maddesinde ise bu Kanun’un yayımlandığı tarih (13.02.2011) itibarıyla kesinleşmemiş veya dava safhasında bulunan kamu alacaklarının ne şekilde yapılandırılacağı düzenlenmiştir.
    Bu madde hükmüne göre “…ilk derece yargı mercileri nezdinde dava açılmış ya da dava açma süresi henüz geçmemiş olan ikmalen, resen veya idarece yapılmış vergi tarhiyatları ile gümrük vergilerine ilişkin tahakkuklarda; vergilerin/gümrük vergilerinin % 50"si ile bu tutara ilişkin faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla vergilerin/gümrük vergilerinin % 50"si, faiz, gecikme faizi, gecikme zammı ve asla bağlı olarak kesilen vergi cezaları/idari para cezaları ile bu cezalara bağlı gecikme zamlarının tamamının tahsilinden vazgeçilir.”
    Anılan Kanun’un 17’nci maddesinin 25/a bendinde de ilgili kanunlar uyarınca orman sayılan yerler, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlar hakkında yapılan kesin izin, kesin tahsis, kullandırma kararı, irtifak hakkı, kullanma izni ve kiralama işlemlerinden kaynaklanan ve vadesi 31.12.2010 tarihi itibarıyla geldiği hâlde bu Kanun’un yayımlandığı tarih itibarıyla ödenmemiş olan kullanım bedelleri ve hasılat/ticari kâr payları asıllarının tamamı ile bu alacaklara ilişkin gecikme zammı, faiz gibi fer’ileri yerine bu Kanun’un yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanun’un yayımlandığı tarihi izleyen üçüncü aydan başlamak üzere ikişer aylık dönemler hâlinde azami on sekiz eşit taksitte tamamen ödenmesi şartıyla, bu alacaklara hesaplanan gecikme zammı, faiz gibi feri alacakların tahsilinden vazgeçileceği düzenlenmiştir. Nitekim dava konusu alacak iddiası da bu madde hükmü kapsamındadır.
    Bu kapsamda davalı borçlu anılan yasal düzenlemeden yararlanmak isteği ile başvuruda bulunmuş ve borcu yapılandırmıştır. Her ne kadar borcun tamamı ödenmemiş, diğer bir ifade ile taraflar arasındaki niza sona ermemiş ise de, sözü geçen Kanun’un tanıdığı imkân çerçevesinde ödemeleri yeni vadelere bağlanmış ve borçlu tarafından taksitlerin bu vadelerde ödeneceği taahhüt edilmiştir.
    Bu bilgiler ışığında somut olaya dönüldüğünde, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda davalının takip tarihi itibari ile borçlu olduğunun mütalaa edildiği de gözetildiğinde, davacının dava tarihi itibariye itirazın iptali davası açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır.
    Yukarıda belirtildiği gibi hukuki yararın davanın açılması sırasında mevcudiyeti yeterli olmayıp, davanın devamı sırasında da varlığını koruması gerekir. Her ne kadar taraflar arasındaki borcun ödenmesi konusunda bir yapılandırmaya gidilmiş ise de borç henüz tamamen sona ermiş değildir. Bu nedenle eldeki davanın görülmesi bakımından davacının hukuki yararının mevcudiyetini sürdürdüğü sonucuna varmak gerekir.
    Nitekim Özel Daire de bozma kararında bu hususa değinmiştir.
    Buna ek olarak, 6111 sayılı Kanun’un 17’nci maddesinin 25/d bendine göre;
    “Bu fıkra kapsamında olan ve bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce dava konusu edilmiş ve/veya icra takibi başlatılmış alacaklar için borçluların bu fıkra hükümlerinden yararlanmak üzere bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar ilgili idarelere başvuruda bulunması ve bu fıkra kapsamında hesaplanan tutarların fıkrada öngörülen süre ve şekilde ödenmesi şartıyla bunlar için açılan davalar sonlandırılır ve icra takipleri durdurulur. Bu takdirde borçluların mahkeme ve icra masrafları ile vekâlet ücretini ilk taksit tutarı ile birlikte ödemeleri şarttır.”
    Hâl böyle olunca yerel mahkemece davacının eldeki davada hukuki yararının mevcut olduğu gözetilip hemen yukarıda açıklanan yasal düzenleme de dikkate alınarak varılacak sonuca göre işin esası hakkında hüküm kurulmalıdır.
    Bu durumda direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
    SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.  

    Hemen Ara