Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2021/5681 Esas 2022/5288 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
4. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/5681
Karar No: 2022/5288
Karar Tarihi: 21.03.2022

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2021/5681 Esas 2022/5288 Karar Sayılı İlamı

4. Hukuk Dairesi         2021/5681 E.  ,  2022/5288 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Ünye 2. Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasında verilen davanın kabulüne ilişkin hüküm hakkında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; esas yönünden davalı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile yeniden hüküm kurularak davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ilişkin kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
    KARAR
    Davacı vekili; davacının eşi ve tek desteği ...'in 07/09/2009 tarihinde sürücüsü olduğu ... plakalı araç ile yaptığı tek taraflı trafik kazasında vefat ettiğini , aracın kaza tarihi itibari ile ... kapsamında davalıya sigortalı olduğunu, davalının, destek sürücünün trafik kazasındaki kusur oranından etkilenmeden, trafik kazasındaki kusurdan bağımsız olarak teminatları dahilinde davacıya karşı sorumlu olduğunu belirterek, uğranılan maddi zararın davalıdan tahsili isteminde bulunmuş, bedel artırım dilekçesiyle talebini 120.344,00 TL'ye yükseltmiştir.
    Davalı vekili; davanın dava şartı yokluğu sebebi ile reddi gerektiğini, bu kazada kusurlu olan tek kişinin davacının desteği olduğunu ve kaza sebebiyle vefat ettiğini, ortada ne bir suç, ne mağdur, ne de sanık olduğunu, desteğin dikkatsiz ve tedbirsiz araç kullanma sonucu tamamen kendi kusuruyla kendi ölümüne sebebiyet verdiğini belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
    İlk derece mahkemesince; davanın kabulüne karar verilmiş; davalı vekilince istinafa başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesince davacının desteğinin tam kusuru ile neden olduğu ve kendisinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasının aynı zamanda 5237 sayılı
    TCK'nın 179 maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma olarak tanımlanan cezayı gerektiren eylem niteliğinde bulunması; bu eylemle ilgili ceza davasının TCK'nın 66/1-e maddesi uyarınca sekiz yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve bu süre dolduktan sonra dava açıldığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
    Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminat istemine ilişkindir.
    818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinde (6098 sayılı TBK'nun 49. md.) haksız fiil tanımlanmış, 60.maddesinde de (TBK'nun değişik 72. md.) haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine (TBK'nun 72. maddesinde 2 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri öngörülmüştür) tabi bulunduğu belirtilmiştir.
    Buna karşılık 2918 sayılı KTK'nun 109/1 maddesinde; motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler için, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve herhalde kaza gününden başlayarak 10 yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Maddenin özellikle 2. fıkrasında "dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğarsa" ifadesi ile kanun koyucu, taraf ayrımı yapmaksızın (davacı, davalı veya dava dışı 3. kişi) fiil cezayı gerektiriyor ise uzamış ceza zamanaşımının uygulanacağını benimsemiştir. Görüldüğü gibi, BK'nun 60. ve 2918 sayılı KTK'nun 109/2. maddesindeki düzenlemeler, zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbirine paraleldir. Aralarındaki tek fark, zamanaşımı süresinin trafik kazalarından doğan tazminat talepleri bakımından 1 yıl yerine, 2 yıl olarak öngörülmesidir. (TBK'nun 72. maddesi ile bu konuda da paralellik sağlanmıştır.) 2918 sayılı Kanun'un anılan madde hükmünde gözden kaçırılmaması gereken husus, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin ceza kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; bunun dışında fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. (HGK'nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705, HGK'nın 16.04.2008 gün 2008/4-326-325, HGK'nın 05.06.2015 gün 2014/17-2198 E. 2015/1495 K. sayılı, HGK'nın 16.9.2015 gün, 2014/17-116 E. 2015/1771 K. sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir.)
    Buna göre eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK'nın 85. ve 66/1-d maddelerinde öngörülen 15 yıllık ceza zamanaşımı süresi dikkate alındığında, dava tarihi olan 06/03/2018 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, bölge adliye mahkemesince zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu durum bölge adliye mahkemesi kararının bozulmasını gerektirmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/2 ve 371. maddesi gereğince BOZULMASINA, dosyanın Bölge Adliye
    Mahkemesine gönderilmesine peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 21/03/2022 gününde üye ...'ün karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
    KARŞI OY
    Dava; davacının desteği olan araç sürücüsünün %100 kusuruyla meydana gelen tek taraflı trafik kazası sonucu ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davalı taraf süresinde zamanaşımı def'inde bulunmuştur.
    İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince ise davacıların desteğinin tek taraflı trafik kazası sonucu ölümü nedeniyle ceza zamanaşımı süresinin, eylemin, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturduğundan bahisle sekiz yıllık uzamış zamanaşımı olarak kabulü gerektiği düşüncesiyle istinaf talebinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
    Davanın dayanağı trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle destekten yoksun kalmaya ilişkin olduğundan somut olayda, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) 109. maddesi uygulanacaktır. Anılan düzenleme uyarınca, motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhâlde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
    Öncelikle belirtilmelidir ki ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için eylemin suç teşkil etmesi yeterli olup mahkûmiyet veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi aranmayacağı gibi suçun çeşitli nedenlerle soruşturulamaması da ceza zamanaşımının uygulanmasını engellemez. Ceza mahkemesince suçun sanık tarafından
    işlenip işlenmediğinin kesin olarak hükme bağlandığı hâllerde hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin bu tespiti ile bağlı olmakla birlikte dava konusu eylemin suç teşkil edip etmediğini kural olarak hukuk hâkimi/hakem belirleyecektir.
    Somut olayda, trafik kazası 07/09/2009 tarihinde meydana gelmiş, mahkemeye 06/03/2018 tarihinde dava açılmıştır. Davacının desteği, sürücüsü olduğu aracın direksiyon hâkimiyetini kaybederek %100 kusurlu bir şekilde tek taraflı trafik kazasında vefat etmiştir.
    Dairemizin çoğunluğu ile farklı kanaate vardığımız husus, dava konusu eylemin suç teşkil edip etmediği, ediyorsa taksirle öldürme suçuna mı yoksa trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçuna mı vücut verdiği hususudur.
    a) Taksirle Öldürme Suçu Bakımından Değerlendirme
    5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 85. maddesi uyarınca kanun koyucu, taksirle bir veya birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma hâllerini cezai müeyyideye bağlamıştır.
    Söz konusu suçun konusu, bir kişinin başka bir kişi tarafından taksirle öldürülmesi eylemidir. Ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını iddia eden davacılar, kanun gereği ölüme sebebiyet vermekten sorumlu olanlar aleyhine tazminat davası açmaktadırlar. Somut davada olduğu gibi kişinin %100 kusuruyla kendi ölümüne neden olması hâlinde taksirle öldürme suçunun tek muhatabı ölenin kendisi olduğundan ölen bakımından cezayı gerektiren bir fiilden bahsedebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğmadığından bu suç için öngörülen zamanaşımı süresinin eldeki tazminat davasında uygulanması mümkün değildir.
    b) Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Bakımından Değerlendirme
    5237 sayılı TCK’nın 179. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden; alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişiler cezalandırılmaktadır.
    Söz konusu suç TCK’nın “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının “Genel Tehlike Yaratan Suçlar” başlıklı birinci bölümünde yer almakta olup kasten işlenebilen bir suçtur. %100 kendi kusuruyla tek veya çok taraflı trafik kazasında ölümüne neden olan kişinin eyleminde davanın, cezayı gerektiren bir fiilden kaynaklandığından bahsetmek mümkün değildir. Çünkü davanın konusu, ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını iddia eden kişilerin, kanun gereği ölüme sebebiyet vermekten sorumlu olanlar aleyhine açtıkları tazminata ilişkin olup, zarar trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan doğan bir sonuç değildir.
    Haksız fiilin konusu ölümle neticelenen trafik kazası sonucu ortaya çıkan zararın tazmini, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun konusu ise genel tehlike yaratan suçun cezalandırılmasına ilişkindir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan kaynaklanan bir zarar ve bunun gideriminde yarışan haklar söz konusu olmadığı gibi, ceza
    yargılamasının beklenmesiyle elde edilecek bir yarar da bulunmamaktadır. Aksi takdirde kişinin %100 kendi kusuruyla ölümünden, diğer taraf aleyhine sonuç çıkarılmış olur ki kanun koyucunun amacının bu olmadığı açıktır.
    Öte yandan uzamış zamanaşımının benimsenmesinde kanun koyucunun bir diğer amacı da ceza ve hukuk yargılaması arasındaki paralelliği sağlamak ve ceza yargılaması için öngörülmüş zamanaşımı süresince suçtan zarar görenin hakkını arama imkânını kaybetmesini önlemektir. Böylece esasen; hukuki belirlilik, hukuki güvenlik, yargı kararlarındaki istikrar ve yargıya güven tesis edilmektedir. Buna karşılık kişinin %100 kendi kusuruyla ölümüne neden olma eyleminden doğan zarar ile trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu arasında böyle bir bağlantı kurulabilmesi de mümkün değildir.
    Yukarıda açıklandığı üzere somut olayda tazminat davası, cezayı gerektiren bir fiilden doğmadığı için uzamış (ceza) zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla zamanaşımı süresinin, 2918 sayılı Kanun’un 109. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhâlde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde dolduğunu kabul etmek zorunludur. Olayın meydana geldiği ve davacının murisinin vefat ettiği tarihte davacı mirasçı zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrenmiştir. Bu tarihten itibaren iki yıl içerisinde dava açılmadığından zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşündeyim.
    Bu nedenlerle; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerekçeye ve özellikle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık hâlleri re’sen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına ve özellikle farklı gerekçeyle de olsa zamanaşımı nedeniyle davanın reddedilmiş olmasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK’nın 370/1. maddesi gereğince onanması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

    Hemen Ara