Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/653 Esas 2015/430 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2013/653
Karar No: 2015/430

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/653 Esas 2015/430 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2013/653 E.  ,  2015/430 K.
"İçtihat Metni"

Mahkemesi : ... Asliye Ceza
Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık ..."ın beraatine ilişkin, ... Asliye Ceza Mahkemesince verilen ... gün ve ... sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay ... Ceza Dairesince ... gün ve ... sayı ile;
"Olayda ölen ..."in idaresindeki araçla aynı yöne gitmekte olan tanık ..."un kullandığı tıra arkadan çarpması ve aynı yönde giden sanığın da ölenin aracına arkadan çarpması biçiminde gerçekleşen kazada; sanığın önünde giden aracı güvenli mesafeden takip etmediği, bu aracın kaza yapması akabinde tehlikeli biçimde yaklaştığı ve arkadan çarpmasında tali kusurlu bulunduğu gözetilmeden delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmasına oyçokluğuyla karar verilmiş.
Daire Üyesi ...; "Maktul ...’in kullandığı kamyon ile önünde seyreden ...’un kullandığı kamyona arkadan çarparak yaralı olarak aracında durduğu sırada arkasından gelen sanığın kullandığı aracın duran bu araca arkadan çarptığı, şüphelinin arkadan çarparak oluşan hasarı artırdığı, maktulün hastaneye kaldırıldığı, hastanede ölmesi ile gelişen olayda sanığın tam kusurlu olduğundan bahisle TCK’nun 85/1. maddesi gereğince kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonunda, ilk kaza sonrası yaralı olarak sıkışan öndeki araç sürücüsünün öldüğü olayda sanığın yönetimindeki aracın ölüme katkısı belirlenemeyeceğinden ölüm ile sanığın eylemi arasında nedensellik bağı bulunmadığından sanığın beraatine karar verilmiştir. Katılan vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen dairemiz sanığın kusurlu olduğunu ve bunun sonucu ölüme sebebiyet verdiği gerekçesiyle mahalli mahkeme kararını bozmuştur.
Biz aşağıdaki gerekçelerle beraat kararının yerinde olduğunu düşündüğümüzden çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyoruz.
Muhalefet gerekçemizi iki başlık altında belirteceğiz:
1-Sanık seramik yüklü toplam ağırlığı 41 ton gelen çekici ve dorseli kamyonu ile seyir halindeyken gece 04.00 sularında yolda kaza yapmış olan ölenin aracına çarpmıştır. Sanığın kaza yapmış ölene ait aracın sol arka kısmından, kendi aracının sağ ön kısmıyla çarpması şeklinde gelişen olayda, genel trafik mevzuatı çerçevesinde değerlendirildiğinde sanığın kullandığı aracın yük ve teknik özelliğine göre, görüş, yol ve trafik durumunu gerektirdiği kurallara uymadığından kusurlu olduğu belirtilse bile, yükü çok fazla olan kamyonun hızının çok az olduğu, nitekim aracın önü düz olmasına rağmen ciddi bir ezilme olmadığından sanıkta hiçbir yaralanma olmamıştır. En azından bu olay bakımından sanığın kusurlu olmadığı, olsa bile ölüm olayından ayrı maddi hasarlı bir trafik kazası olarak değerlendirilmesi gerekir.
2-Sanık kusurlu olsa bile maktulün ilk çarpma sonrası oluşan yaralanmasının seviyesi ve ağırlığı tespit edilemediğinden sonraki çarpmanın ölüm veya yaralanmaya etkisi bu aşamadan sonra da tespit edilemeyeceğinden "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince sanığın cezalandırılmaması gerekir.
Açıkladığımız bu nedenlerden dolayı mahkemenin kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
... Asliye Ceza Mahkemesi ise ... gün ve ... sayı ile;
"...Sanığın savunması, tanık beyanları, trafik kazası tespit tutanağı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, olay tarihinde sanık ..."ın kendi sevk ve idaresindeki 43 ... 008 çekici ve 43 ... 009 plaka sayılı araç ile tem otoyolu damlama mevkiine geldiğinde olay yerinde gelmeden hemen önce maktul ..."in kullandığı 42 ... 929 plaka sayılı araç ile tanık ..."un sevk ve idaresindeki 42 ... 1414 plakalı çekici ve 42 ... 1413 plaka sayılı dorse araca arkadan çarpması neticesinde trafik kazasının meydana geldiği ve sanığın önceki kazayı geç fark ederek maktul ..."in kullanmakta olduğu ve kaza sebebiyle yol içerisinde bulunan araca arkadan çarptığı anlaşılmış ve 03.03.2010 tarihli Adli Tıp raporuna göre ilk kaza sonucu sıkışan öndeki araç sürücüsü maktul ..."in arkasından gelen sanık yönetimindeki aracın çarpmasını ..."in ölümüne katkısının bilinemeyeceğinin belirtilmiş olması ve ayrıca tanık ..."un 09.04.2009 tarihli ifadesinde ilk kazada aracın çarpması sonucu maktul ..."in kullanmış olduğu ... Kargo araç sürücüsünün rahmetli olup bu şahsın üçüncü aracın çarpmasının sonucu daha da sıkıştığına dair beyanları dikkate alındığında maktülun ilk çarpma sonrası oluşan yaralanmasının seviye ve ağırlığı tespit edilemediğinden sonraki çarpmanın ölüm ve yaralanmaya etkisi bu aşamadan sonra da tespit edilemeyeceğinden şüpheden sanık yararına ilkesi gereğince sanığın beraat etmesi gerektiği" gerekçesiyle direnerek önceki hükümdeki gibi sanığın beraatine karar verilmiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.09.2013 gün ve 19059 sayı ve "onama" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bir kişinin ölümüyle sonuçlanan trafik kazasında sanığın taksirli eylemi ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tarihinde ölen ..."in idaresindeki 42 ... 929 plaka sayılı araç ile geceleyin saat 04.00 sularında TEM otoyolunda, Pozantı-Tarsus istikametine doğru giderken, aynı yöne gitmekte olan tanık ..."un kullandığı 42 ... 1414 plakalı çekiciye bağlı 42 ... 1413 plaka sayılı yarı römorka arkadan çarptığı ve kaza sonucu aracının içerisinde sıkıştığı, bu olaydan hemen sonra yine aynı yönde giden sanık ..."ın idaresindeki araç ile ölen ..."in içerisinde sıkıştığı araca arkadan çarptığı, kaza sonrası ... Devlet Hastanesine kaldırılan ve hastane kayıtlarına göre saat 05.30 itibariyle sağ olan ..."in daha sonra hayatını kaybettiği,
Kazanın Pozantı Tarsus TEM otoyolunun 23. kilometresinde saat 04.00 sularında meydana geldiği, kaza yerinin 14 metre genişliğinde, tek yönlü, üç şeritli, asfalt kaplama, hafif eğimli, üzerinde yol şerit çizgileri ve emniyet şeridi bulunan bir yol olduğu, kaza anında görüşe engel bir durumun bulunmadığı, kaza yerinin meskun mahal olmadığı, olay esnasında alkollü olmayan sanığın D sınıfı ehliyetinin bulunduğu,
... Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 09.04.2009 tarihli raporda; alkolsüz olan yaralının saat 05.30 sularında hastaneye getirildiği, yoğun bakıma alındığı, vücudunun değişik yerlerinde kırık ve yaralanmalar tespit edildiği, hayati tehlikesinin mevcut olduğu ve basit tıbbi müdahale ile iyileşemeyeceğinin belirtildiği,
... Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen otopsi raporunda; kanda alkol, uyutucu-uyuşturucu ve toksit madde bulunmadığının, ölümün genel beden travmasına bağlı kafatası kırığı, kosta kırığı ve etraf kemik kırıkları ile birlikte beyin doku harabiyeti, beyin kanaması ve iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana geldiğinin bildirildiği,
09.04.2009 tarihli Trafik kazası tespit tutanağında; ...’in sevk ve idaresindeki 42 ... 929 plaka sayılı kamyon ile önünde seyretmekte olan ...’un yönetimindeki 42 ... 1414 plakalı çekiciye bağlı 42 ... 1413 plaka sayılı yarı römorka arkadan çarptığı, çarpışmanın akabinde aynı yöne seyreden ...’ın da yönetimindeki 43 ... 008 plakalı çekici ve çekiciye bağlı yarı römork ile ...’in sevk ve idaresindeki 42 ... 929 plakalı kamyona arkadan çarpması sonucu yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği, olayda ...’in asli kusurlu, ... ve ...’ın ise kusursuz oldukları,
10.04.2009 tarihli bilirkişi raporunda; 42 ... 929 plaka sayılı kamyon sürücüsü ...’in, ...’un yönetimindeki 42 ... 1414 plakalı çekiciye bağlı 42 ... 1413 plaka sayılı yarı römorka arkadan çarparak 2918 sayılı Kanunun 84/1. maddesinde belirtilen arkadan çarpma kuralını ihlal etmesi nedeniyle % 100 kusurlu, 43 ... 008 plakalı çekici ve çekiciye bağlı 43 ... 009 plaka sayılı yarı römork sürücüsü ...’ın ise ikinci çarpışmadan dolayı önünde kaza yapan 42 ... 929 plaka sayılı kamyona arkadan çarpmasından dolayı 2918 sayılı Kanunun 84/1. maddesinde belirtilen arkadan çarpma kuralını ihlal etmesi nedeniyle % 100 kusurlu, ...’un ise kusursuz olduğu,
... Adli Tıp Kurumu, Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığınca düzenlenen 03.03.2010 tarihli raporda; zincirleme şekilde meydana geldiği anlaşılan olayda, ...’ın yönetimindeki aracın ölüm olayına katkısının bilinemeyeceği, sürücü ...’in, yönetimindeki 42 ... 929 plaka sayılı kamyon ile seyir halindeyken, yola gereken dikkatini vermemesi, önündeki aracı güvenli mesafeden takip etmemesi, tehlikeli biçimde yaklaşıp önündeki tıra önlemsizce arkadan çarpması nedeniyle 2918 sayılı Kanunun 84/d maddesi gereğince asli kusurlu, 43 ... 008 plakalı çekiciye bağlı 43 ... 009 plaka sayılı yarı römorkun sürücüsü ...’ın, önünde seyreden 42 ... 929 plakalı kamyonu güvenli mesafeden takip etmemesi, aynı yönde önünde seyreden bu kamyonun kaza yapması akabinde tehlikeli biçimde yaklaşması, bu araca sol arka köşe kısmından, aracının sağ ön köşe kısmıyla çarpması nedeniyle 2918 sayılı Kanunun 84/d maddesi gereğince asli kusurlu, sürücü ...’un hatalı tutum ve davranışı ile kurallara aykırı hareketi bulunmadığından kusursuz olduğu bilgilerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık ... jandarmada; sağ şeritte seyir halindeyken 42 ... 929 plakalı ... Cargo kamyonun kendisine arkadan çarptığını, aracının 10-15 metre sürüklenip durduğunu, bu kamyona da 43 ... 008 plaka sayılı aracın arkadan çarptığını, araçtaki şahsın iyice sıkıştığını ifade etmiş,
Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde; idaresindeki tır ile otoban yolun en sağ şeridinde 40 km hızla seyir halinde iken saat 04.00 sıralarında büyük bir gürültü ile 42 ... 929 plakalı ... Cargo kamyonun kendisine arkadan çarptığını, hızının normal olduğunu, havanın yağışlı olmadığını, görüş mesafesi normal olduğunu, daha sonra da kendisine çarpan araca 43 ... 008 plaka sayılı aracın çarptığını, bu aracın çarpması sonucu ... Cargo araç sürücüsünün aracın çarpmasıyla daha da sıkıştığını, kazadan sonra başka araçların da çarpmasını engellemek için el feneri ile geriden gelen araçlara işaret ettiğini, bu suretle başkaca zincirleme kaza meydana gelmesine engel olmaya çalıştığını, kendisine arkadan çarpan şoförün hastaneye kaldırılması konusunda da gerekli ilgi ve yardımı gösterdiğini beyan etmiş,
Kovuşturmada; suç tarihinde gece saat 04.00 sıralarında sağ şeritten 40 km hızla seyir halindeyken arkasından gelen kamyonun, sürmekte olduğu araca arkadan çarptığını, aracının çarpma sonrasında 15-20 metre ileride kendiliğinden durduğunu, aracına çarpan aracın da kendi aracına yapışık vaziyette kaldığını, çarpmanın etkisiyle kafasını konsola vurduğunu, bu sebeple yaklaşık beş dakika aracın içerisinde kaldığını, kendine geldiğinde trafiğe telefon açtığını, daha sonra el feneri ile araçtan indiğini, yoldan geçen bir aracı durdurduğunu, onunla birlikte kendisine çarpan araca bakmak üzereyken, arkadan gelen sanığın aracının ölenin aracına sol arkadan çarptığını, çarpma sonucu şoför mahallinin sola doğru yönelerek ölenin aracının ön kısmına çarptığını, bu olayın ölenin aracının kendisinin aracına çarpmasından yaklaşık on dakika sonra meydana geldiğini söylemiş,
Sanık jandarmada; idaresindeki seramik yüklü çekici ve çekiciye bağlı yarı römork ile giderken yolun ortasında bir aracın kupa tarafının emniyet şeridini, arka tarafının da orta bariyeri gösterir şekilde durduğunu gördüğünü, ancak ...ene basma fırsatı bulamadan bu araca arkadan çarptığını, kendi imkânlarıyla araçtan çıktığını, olay nedeniyle yaralanmadığını ifade etmiş,
Cumhuriyet savcılığı, sorgu ve kovuşturmada; idaresindeki seramik yüklü araç ile giderken, iki tırı yolda çarpışmış halde gördüğünü, kaza nedeniyle olsa gerek her iki aracın da lambalarının yanmadığını, yolda kaza olduğuna dair işaret, ikaz, kedigözü gibi bir uyarı cihazının olmadığını, arkadan çarpan ... Cargo kamyonun çarpmanın etkisiyle sola doğru biraz yan dönmüş vaziyette olduğunu, havanın açık, görüş mesafesinin normal ve hızının da 50-55 km civarında olduğunu, beş altı metre kala araçları fark ettiğini, frene basmasına rağmen gece karanlığı ve mesafenin az olması nedeniyle ölenin aracına arkadan çarptığını, kusurlu bir hareketinin olmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için, kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22/2. maddesinde; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi" şeklinde tanımlanmıştır.
Arapça "kusur" kökünden türetilmiş bulunan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, Cezaevi Matbaası, İstanbul 1967, s. 22) Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi şeklinde de olabilir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 2. Baskı, c. 1, s. 590)
Taksir, öğreti ve yargısal kararlarda; "failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi" şeklinde tanımlanmıştır. (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 172; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 318; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254)
Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de, birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.11.2014 gün ve 179-499; 18.02.2014 gün ve 10- 80; 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204 ile 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararlarında açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;
1- Suçun taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Neticenin gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Uyuşmazlığa konu somut olayda diğer şartların gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt olmaması nedeniyle, taksirin unsurları arasında gösterilen "hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması" şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
Taksirle gerçekleştirilen bazı fiillerin kanunda suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içerisinde daha dikkatli davranmalarının temini amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübelerinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyetini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden sözedilebilmesi için failin hareketi ile meydana gelen zararlı netice arasında nedensellik bağının varlığı aranmıştır. Diğer bir ifade ile bütün suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunması cezalandırmanın şartını teşkil edecektir.
"Neden" kavramı, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; "Bir olayı ve durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep" şeklinde, "neden olmak" ise, "bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak" biçiminde tanımlanmaktadır. Buradan hareketle "nedensellik" kavramı, neden sonuç ilişkisi ya da sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya durum arasındaki bağlantı olarak açıklanabilir.
Nedensellik bağı, suçtan failin sorumlu tutulabilmesi için gerekli olan, maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarından maddi unsur içerisinde yer almaktadır. Neticeli tüm suçlar bakımından araştırılması gerekli olan "nedensellik bağı", ceza hukukunda, bu kavramın mahiyeti gereği, suçun kanuni tanımında neticeye yer verilmiş olması halinde failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bir bağ anlamına gelmektedir. Failin yapmak veya yapmamak şeklindeki eylemi sonucunda dış dünyada bir zarar veya tehlikenin meydana gelmiş olması halinde nedensellik söz konusu olacaktır. Doğaldır ki yapılan her hareket dış dünyada bir veya birden fazla neticeye sebebiyet verebilir, ancak dış dünyada vuku bulan her netice değil suçun kanuni tanımında belirtilmiş olan netice nazara alınacaktır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Bası, s.121; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s.235 vd.)
Nedensellik bağına ilişkin gerek 765 sayılı TCK"nda gerekse 5237 sayılı TCK"nda genel bir hüküm bulunmamakta olup konu öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Öğretide nedensellik bağı çeşitli teorilerle açıklanmaktadır. Öğretide hakim olan şart (şartların eşitliği ya da doğal nedensellik) teorisinde; netice bir çok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birisinin bulunmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birisini gerçekleştiren failin hareketi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır. Uygun sebep (kuralcı nedensellik) teorisinde; bir hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunduğunun kabul edilebilmesi için, hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun bir hareket olması gerekmektedir. Objektif isnadiyet teorisinde ise; şart teorisi anlamında hareketinin verdiği netice, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik olan neticeye yansıtması halinde objektif olarak faile yükletilebilir.(Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Bası, s.123-131; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Bası, s.256-268; M.Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Bası, s.250-258, 262-267; Berrin Akbulut, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Konulu Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 222-234) Bununla birlikte objektif isnadiyet teorisinin bir nedensellik teorisi olmayıp bir değerlendirme teorisi olduğu da öğretide belirtilmektedir.(Veli Özer Özbek, TCK İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanunun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, 3. bası, s.321)
Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılması için yeterli olmayıp ayrıca gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin belirli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekmektedir. Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, sonrasında gerçekleşen neticenin faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Objektif isnadiyet, neticenin belirli bir insanın eseri olarak görülüp görülemeyeceği anlamına gelmektedir. Eğer meydana gelen netice, üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilemeyecektir. Bu nedenle netice, insanın hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike ya da risk bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik, neticenin önemli oranda idare edilebilirliği anlamına gelmekte olup, fail hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluştursa bile, olayın tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışında kalması nedeniyle beklenebilir değilse, netice faile yüknemeyecektir. Tıbbi müdahaleler örneğinde olduğu gibi bazı davranışlar "izin verilen risk" ya da "riziko" çerçevesinde yapılmaktadır. Hareketin izin verilen risk kapsamında gerçekleştirilmiş olması durumunda netice faile objektif olarak isnat edilemeyecektir. Keza gerçekleşen netice failin hareketiyle tesadüfen birleşen başka sebeplerden meydana gelmiş ise bu durumda da neticenin faile isnat edilmesinden bahsedilemeyecektir. Bunun gibi, sonradan gerçekleştirilen bir fiilin önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasını engellemesi durumunda da önceki eylemi gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi mümkün olmayacaktır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Bası, s.128-131; M.Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Bası, s.262-267; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalaet Yayınevi, Ankara 2010, s.237; Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu (Yayınlanmamış doktora tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s.111-112)
Nedensellik bağı, öğretideki görüşlere göre hukuki bir kavram değil mantıki (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Bası, s.255) ya da doğal bir olgudur. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 10. Bası, s.171-173) Bu anlamda, dış dünyada gerçekleşen sonuç ile bu sonucu doğuran sebep arasındaki nedensellik bağı doğa bilimleri bağlamında değerlendirilmeli ve hayat tecrübelerimizle mantığımıza göre belirlenmelidir.
Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin ölüm neticesi failin taksirli hareketine bağlı olarak gerçekleşmiş ise diğer bir deyişle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa başka bir ifadeyle ölüm failin eseriyse bu takdirde failin fiili ile netice arasında nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye neden olunmasıdır. Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti denebilirse bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir. Taksirli suçlarda netice sadece failin eyleminden kaynaklanmış ise nedensellik bağının belirlenmesi kolay ise de, mağdurun veya üçüncü kişilerin neticeye katkıda bulunduğu durumlarda bu bağın belirlenmesinde çeşitli zorluklar olacağı muhakkaktır.
Bu hususa ilişkin olarak öğretide; "Dış dünyada meydana gelen değişikliğin (neticenin) bir kimseye yüklenebilmesi ve dolayısıyla onun sorumlu olabilmesi, söz konusu neticenin o kimsenin hareketinden meydana gelmesine bağlıdır. Diğer bir deyişle hareket ile netice arasında bir nedensellik bağı, bir sebep-sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Nedensellik bağlantısı yoksa neticenin faile yüklenebilmesi mümkün değildir. Tipiklikte hareketten ayrı neticenin arandığı suçlarda neticenin gerçekleştiğinin tespiti yeterli olmayıp ona sebebiyet veren fiilin de tespiti gerekir. Tipe uygun hukuka aykırı fiilin icrasının, failin gerçekleştirilmesi için yeterli olduğu sırf hareket suçlarında nedensellik bağının araştırılması gerekmez. Ceza hukuku sadece suç tipinde yer alan neticeyi göz önüne alır" (M.Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Baskı, Ankara 2014, sayfa 249) şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Nedensellik bağı hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ile çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hakim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ya da özel bilgi gerektiren bir hususta ise bu bağ bilirkişiden görüş alınarak tespit edilmelidir.
Nedensellik bağına ilişkin bu açıklamalardan sonra neticenin öngörülebilir olması şartı üzerinde durulmalıdır. Taksirin unsurlarından birisi de neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olmasıdır. 5237 sayılı TCK"nun 22. maddesinin gerekçesinde; "Taksirli suçların belirgin özelliği, icrai veya ihmali şekilde olabilen iradi hareketin varlığı ve kanunî tanımda yer alan unsurlardan birinin öngörülmemiş olmasıdır. Fakat bu öngörmemenin, "gerekli dikkat ve özen" yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla ortaya çıkması gerekir. Çünkü, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için kanunda tanımlanmış olan neticenin gerçekleşeceği öngörülmemiştir.
Bu dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel yetenekleri göz önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket edilir...
Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat, özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalıdır" açıklamalarına yer verilmiştir.
Taksirli suçun kanuni tanımında yer alan unsurların özellikle neticenin fail tarafından öngörülmeyerek davranışın gerçekleştirilmesi durumunda taksirden bahsedilebilecektir. Fail özenli davranış kurallarına aykırı davranıp gerekli dikkat ve özeni göstermediğinden kanuni tipikliğin gerçekleşeceğini öngörememektedir.
Neticenin öngörülebilir olması, failin yaptığı davranışın bir neticeye sebebiyet verebileceğinin veya bir neticeyi meydana getirme ihtimali bulunduğunun bilinebilme imkanıdır. Gerçekleştirilen bir fiil nedeniyle neticenin meydana gelebilme imkân ve ihtimali varsa öngörülebilirliğin bulunduğu kabul edilecektir. Neticenin öngörülebilir olması, taksirin hem unsurunu hem de sınırını oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle taksiri, kaza ve tesadüften öngörülebilirlik ayırmaktadır. Hiç kimse tarafından öngörülemeyecek bir neticenin söz konusu olduğu durumlarda dikkat ve özen yükümlülüğünden dolayısıyla taksirden bahsedilebilmesi mümkün değildir. Neticenin öngörülebilir olması ile failin neticeyi öngörebilir yetenekte bulunması arasında fark vardır. Neticenin öngörülebilmesi, failin niteliklerine, yeteneklerine, eğitim durumuna veya uzmanlık alanına göre değil objektif olarak ve failden bağımsız şekilde ortalama seviyedeki bir insanın öngörme yeteneğine göre tespit edilmelidir. Eğer objektif olarak neticenin öngörülebilmesi, ortalama bir insanın öngörebilirliği dışında ise bu takdirde neticenin öngörülebilirliğinden bahsedilemeyecektir. Örneğin; tıbbi bir eylem nedeniyle taksirli davranışının bulunup bulunmadığı araştırılan bir doktor bakımından örgörülebilirlik, ortalama bir doktorun eğitimine ve yeteneğine göre objektif olarak belirlenmelidir. Burada öngörülebilecek netice, failin iradi hareketinin sebep olabileceği netice veya neticelerden başkası değildir. Failin öngörebilme yeteneği ise, failin yaşı, zekası, eğitimi, yetenekleri ve uzmanlık alanına göre subjektif olarak belirlenebilecek farklı bir husustur. (Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s.287-288) Failin neticeyi öngörmesi veya öngörememesi taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayrımı oluşturmaktadır.
Nitekim bu husus öğretide de; "Öngörülebilirlik, hukuk normları veya genel tecrübe tarafından emredilen özene uyulduğunda tipikliğini gerçekleşmesinin somut olarak müşahede edilebileceğini ve dolayısıyla bundan kaçınılabileceğini ifade etmektedir. Gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için kanuni tanıma uygun fiilin gerçekleşeceği öngörülmemiştir. Neticenin öngörülebilirliği, kişilere yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğünün tabii bir sonucu olmaktadır. Öngörülebilirlik objektif olarak belirlenmelidir. Zira bir kimse yalnızca öngörülebilir neticeler bakımından sorumlu olabilecektir. Bu nedenle hakim görüş taksirli neticeli suçların haksızlığı bakımından, failin içinde bulunduğu toplum çevresine ait ortalama yetenekteki bir kişinin neticeyi öngörüp öngörmeyeceğini aramaktadır. Şayet netice ortalama bir insanın objektif öngörülebilirliğinin dışında bulunuyorsa, taksirli suçun tipiklik unsuru gerçekleşmiş olmaz." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuk Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Eylül 2014, sayfa 201) şeklinde ifade edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
...’in olay günü gece saat 04.00 sıralarında idaresindeki boş olan kamyonla otobanda giderken hızlı biçimde ve takip mesafesini korumadan araç kullanması nedeniyle önünde seyir eden tanık ..."un kullandığı çekiciye bağlı yarı römorka arkadan çarptığı, kısa bir süre sonra da sanık ...’ın 41 ton seramik yüklü aracı ile az önce meydana gelen çarpışma nedeniyle öndeki araca yapışık vaziyetteki ...’in içinde sıkıştığı kamyona sol arka kısmından çaptığı, bu çarpışma sonucu bulunduğu kabinde iyice sıkışan ...’in yaralı biçimde hastaneye kaldırıldıktan sonra genel beden travmasına bağlı kafatası kırığı, kosta kırığı ve etraf kemik kırıkları ile birlikte beyin doku harabiyeti, beyin kanaması ve iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu kurtarılamayarak vefat ettiği olayda; sanığın aracının yük durumu ve hızına göre ölenin kullandığı önündeki aracı güvenli mesafeden takip etmemesi sonucu arkadan çarpması nedeniyle kusurlu olduğu hususunda şüphe olmayıp, bu hususta yerel mahkeme ile Özel Daire çoğunluk ve azınlık görüşleri arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlık sanığın kusurlu davranışı ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı noktasındadır. ...’in kendi kusuru ile meydana gelen ilk çarpışma sonucu olay yerinde vefat etmediği, sanığın kusuru ile neden olduğu çarpışma sonucu bulunduğu kabinde iyice sıkıştığı, yaralı biçimde hastaneye kaldırıldıktan sonra genel beden travmasına bağlı çoklu kırıklar sonucu gelişen beyin kanaması ve iç kanama sonucu kurtarılamayarak vefat ettiği anlaşıldığından ölüm neticesinin ölenin kendi kusurlu hareketi ile birlikte sanığın eklenen kusurlu davranışının birleşmesi sonucunda meydana geldiği, bu nedenle sanığın taksirli davranışı ile meydana gelen netice arasında nedensellik bağının da bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli olup yerel mahkeme direnme hükmünün, somut olayda kusurlu olduğu sabit olan ve taksirli davranışı ile meydana gelen netice arasında nedensellik bağı bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri ..., ... ve ...; "Maktul ..., kullandığı kamyon ile önünde seyreden ...’un kamyonuna arkadan çarparak yaralı olarak iki aracın arasına sıkıştığı sırada, arkasından gelen şüphelinin kullandığı kamyonun duran bu araca arkadan çarptığı, arkadan çarparak oluşan hasarı artırdığı, maktulün hastaneye kaldırıldığı, hastanede ölmesi ile gelişen olayda, sanığın tam kusurlu olduğundan bahisle hakkında TCK’nun 85/1. maddesi gereğince kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda, ilk kaza sonrası yaralı olarak sıkışan araç sürücüsünün öldüğü olayda, sanığın yönetimindeki aracın ölüme katkısı belirlenemeyeceğinden ölüm ile sanığın eylemi arasında nedensellik bağı tespit edilemediğinden sanığın beraatine dair mahalli mahkeme kararını bozan sayın çoğunluğun görüşlerine aşağıdaki gerekçelerle katılmıyoruz.
Şöyle ki:
1-Ölenin kullandığı kamyon boş olup, önünde giden ve hakkında dava açılmayan ...’un kullandığı hurda malzeme yüklü ve tonajı ağır olan kamyona arkadan çarpmıştır. Bu çarpma ile ölenin aracı öndeki bu aracı onbeş metre kadar sürükleyip araca yapışık halde kendi aracının şoför mahallinde sıkışmıştır. Ölenin kamyonunun burunsuz kupa olduğu düşünüldüğünde, bu tip kupalarda sürücü emniyeti burunlu kamyonlara göre düşük olup ve ilk çarpma ile ölümcül yaralanmalar oluşmuştur. (http://www.frmtr.com/agir-vasitalar/ 1471794 burunlu-burunsuz-kamyon-avantajlari-tirda-olabilir.html, Erişim 01.12.2015).
Otopside yapılan "Alın sağda saçlı deri içine uzanan 7 cm’lik yara, yüzün sağ tarafı tamamen çeneye kadar ekimozlu sıyrık, her iki alt bacak diz ve ön yüzleri ekimozlu sıyrık, sağ uyluk iç tarafta ekimozlu sıyrıklar, sağ ayak ökçede sütüre 10 cm"lik yara, sol ayak üzerinde sıyrıklar, göğüs ön yüz ve batın sağda geniş ekimozlu sıyrıklar, sağ ayak 3-4, 5 parmaklar doku kayıpları, saçlı deri altında yaygın hematom, frontal kemikte deplase kırık, bu kırık alanından paryetale, oksipitale, temporale uzanan çok sayıda kırık hattı, beyin ve beyincik yaygın kanamalı, beyin doku harabiyeti, ön kafa çukuru ve orta kafa çukuru kırık, sağ taraf 2-7 arası kostalarda midlavikuler hatta ekimozlu kırık, sol taraf 6-7 kostalarda ekimozlu kırık..." şeklindeki tespitler nazara alındığında ölenin kendisinin önündeki araca arkadan ilk çarpmasıyla yaralandığı açıktır.
2-Sanığın kullandığı araç seramik yüklü olup, toplam ağırlığı 41 ton gelen çekici ve dorseli kamyondur. Sanığın kaza yapmış ölene ait yolda duran aracın sol arka kısmından, kendi aracının sağ ön kapı kısmıyla çarpması şeklinde gelişen olayda, genel trafik mevzuatı çerçevesinde değerlendirildiğinde sanığın kullandığı aracın yük ve teknik özelliğine göre, görüş, yol ve trafik durumunun gerektirdiği kurallara uymadığından kusurlu olduğu belirtilse bile, yükü çok fazla olan kamyonun hızının fazla olamayacağı, nitekim sanığın aracının önü düz olmasına rağmen ciddi bir ezilme olmadığından sanıkta hiçbir yaralanma olmamıştır. Dosyada mevcut fotoğraflardan anlaşılacağı gibi sanığın burunsuz kupa olan aracının sağ kapısında sadece 50 cm. çapında 20-25 cm’lik bir çökme vardır. Yani sağ giriş kapısı azıcık içeri çökmüş, çarpmanın etkisinin hafifliği nedeniyle çökme az olmuş, ön kupanın yönü geriye dönmüştür. Aynı şekilde sanığın çarptığı ölene ait kamyonun arka sol tarafından hafif bir hasar vardır. Sanığın bu çarpması ile hem kendi aracına hem de ölenin aracına ciddi bir baskı ve itme oluşturmadığı apaçık görülmektedir. Öyle olmuş olsaydı, çarpma noktalarında araçlarda ciddi bir hasar olur, sanıkta yaralanırdı. Sanık basit tıbbi müdahalelik bir seviyede bile yaralanmamıştır.
3-Dosyada mevcut ...Adli Tıp Grup Başkanlığının 03.03.2010 tarih ve 722 sayılı raporlarında "Ölen ...’in arkasından gelen sanık ...’ın yönetimindeki aracın çarpmasının, öldüğü düşünülen sürücünün ölüm olayında katkısının tarafımızdan belirlenemeyeceği" şeklindedir. Burada belirlenemeyen husus, sanığın eylemi ile ölenin ölümü arasında illiyet bağının olup olmadığıdır.
Yıllardır istikrarlı bir biçimde uyguladığımız şüpheden sanık yararlanır ilkesi bakımından bunun değerlendirilmesi gerekir. Konu ile ilgili kararlara bakılacak olursak:
a-Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan "in dubio pro reo" yani "kuşkudan sanık yararlanır" kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır (CGK, 28.09.2010/109-177, CGK, 25.11.2014/610-512, CGK, 25.11.2014/ 841-513).
b-Amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinin birisi de "şüpheden sanık yararlanır" (in dubio pro reo) ilkesidir. Bu ilkenin özü, göz önünde tutulması gereken herhangi bir meselede baş gösteren kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulan bu kural,
1-Bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği,
2-Suç işlenmiş ise gerçekleştirme biçimi,
3-Dava koşulları,
4-Cezayı kaldıran veya hafifleten nedenlerin bulunup bulunmadığı hususlarında sanık lehine uygulanır (CGK, 18.11.2003/262-277).
Bu kararlarda belirtildiği gibi mahkumiyet kararı için büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanılmalıdır. Yüzde bir ihtimal dahi ölüm olayında katkısını belirleyemediğimiz illiyet bağının bulunduğu nasıl kabul edilip sanık sorumlu tutulacaktır? Burada sanığın kusuru olabilir. Ancak taksirin unsurlarından biri de hareket ile oluşan netice arasında illiyet bağının bulunmasıdır. Bu bağ kurulamıyorsa, meydana gelen neticeten sanık sorumlu tutulamaz.
Bu aşamadan sonra adli bir hatanın önüne geçilmesi için mahalli mahkemenin Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararına uymasından sonra kuşkuların yenilmesi bakımından muhalefet şerhimizde belirttiğimiz hususların açıklığa kavuşması için İstanbul Teknik Üniversitesinin ilgili biriminden (fizik veya makine) rapor alınarak ölenin ve sanığın çarpmasının meydana getireceği fiziksel sonuçlar belirlendikten sonra, Adil Tıp Kurumu Başkanlığından ilk çarpmanın meydana getirdiği etki ile mi yoksa sonraki çarpmanın mı ölüm olayını oluşturduğu, kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlendikten sonra sanığın durumunun değerlendirilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, sayın çoğunluğun sanığın kusurlu eylemi ile ölüm arasında mahkumiyetini gerektirir ölçüde illiyet bağı bulunduğuna ilişkin kararına katılmıyoruz." düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan onüç Genel Kurul Üyesi de; benzer gerekçelerle yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- ... Asliye Ceza Mahkemesinin ... gün ve ... sayılı direnme kararının, somut olayda eylemi ile meydana gelen ölüm arasında nedensellik bağı ve kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.11.2015 tarihinde yapılan birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadı- ğından, 01.12.2015 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Hemen Ara