Esas No: 2011/5443
Karar No: 2011/10509
Karar Tarihi: 18.10.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/5443 Esas 2011/10509 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : KARŞIYAKA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 09/11/2010
NUMARASI : 2007/136-2010/451
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, maliki olduğu 25192 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki payını satış suretiyle davalıya temlik ettiğini, ancak satış işleminin yapıldığı tarihte hukuki ehliyetten yoksun bulunduğunu, tehdit edilmek suretiyle temlikin sağlandığını, kandırıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 18.10.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat ...ile temyiz edilen vekili Avukat .... geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, hile, ikrah ve ehliyetsizlik hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, maliki olduğu 25192 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki 2238/2400 payını 5.2.2007 tarihinde satış suretiyle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında kendisine vasi tayin edilen davacı, taşınmazın davalıya satış işleminin yapıldığı tarihte hukuki ehliyetten yoksun bulunduğunu, tehdit edilmek suretiyle temlikin sağlandığını, kandırıldığını, kendisine zorla senet düzenlettirildiğini ve aleyhinde icra takibi yapıldığını, bu sebeplerle Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunduğunu iddia ederek eldeki davayı açmıştır. Davacının, şikayeti üzerine yapılan soruşturma sonucunda Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2007 günlü, 2007/8750 soruşturma, 2007/15109 sayılı kararıyla, davalı E."un da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında "basit yaralama, tehdit, dolandırıcılık, mağdurun bir senedi vermeye mecbur edilmesi suretiyle yağma" suçlarından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği ve davacının, itirazının reddedildiği görülmektedir. Öncelikle belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. (HGK."nun 11.4.1990 tarih, 1990/1-152 esas, 1990/236 sayılı kararı)
O halde, davada ileri sürülen iddialardan hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olması sebebiyle mahkemece kendiliğinden gözetilerek, önemine binaen öncelikle incelenmesi, davacının, ehliyetli olduğunun saptanması halinde hile ve ikrah hukuki sebepleri yönünden değerlendirme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.
Ne varki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden hüküm kurmaya elverişli ve yeterli bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her nekadar H.U.M.K.’nun 286 maddesinde (6100 sayılı H.M.K."nun 282.md.) belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
O halde, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde, tarafların delilleri eksiksiz toplanmak suretiyle tahkikat yapıldıktan sonra, davacının, çekişmeli taşınmazın davalıya temlik tarihinde hukuki ehliyete haiz olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16. maddesi hükmü uyarınca belirlenmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının, yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (yeni 6100 sayılı HMK."nun geçici 3.maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik YER OLMADIĞINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 18.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.