Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/7464 Esas 2011/10136 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/7464
Karar No: 2011/10136

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/7464 Esas 2011/10136 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/7464 E.  ,  2011/10136 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : HENDEK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 20/10/2010
    NUMARASI : 2002/254-2010/341

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, ortak miras bırakan babası H. İ. H."nın 1257 parsel sayılı taşınmazını satış, 117 parsel sayılı taşınmazını da bağış suretiyle davalıya devrettiğini, 1257 nolu parselin satışının gerçek bir satış olmayıp muvazaalı olduğunu ve murisin hukuki işlem ehliyetinin olmadığını, 117 nolu parselin de murisin fiil ehliyetinin bulunmamasından faydalanılarak devrinin sağlandığını ileri sürerek, payı oranında iptal ve tescil isteminde bulunmuştur.
    Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik  Hakimi  . ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
    Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1257 parsel sayılı taşınmazın miras bırakan tarafından 15.03.2001 tarihinde satış yoluyla, 117 nolu parselin de 27.02.1997 tarihinde bağış şeklinde davalıya temlik edildiği  anlaşılmaktadır.
    Davacı, miras bırakan tarafından davalıya yapılan devirlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, murisin işlem tarihinde hukuki ehliyetinin bulunmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
    Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir.  “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı  bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
    Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
    Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
    Somut olaya gelince; Mahkemece, ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
    O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları,hasta müşahade kayıtları,reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, akit tarihlerinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise; 117 nolu parselin miras bırakan tarafından davalıya bağış yoluyla temlik edildği ve bu gibi durumlarda 01.04.1974 tarih ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama  yerinin bulunmayıp, koşullarının varlığı halinde TMK"nun 560 ila 571 maddesinde öngörülen tenkis hükümlerinin uygulanmasının gerekeceği de kuşkusuzdur. 
    Miras bırakanın ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde ise; davanın pay oranında ikame edildiği sabit olup, bilindiği üzere murisin ölümü ile TMK"nun 599 maddesi hükmü gereğince mirasçılar bir bütün halinde terekede hak sahibi olurlar ve miras bırakanın terekesi TMK"nun 701 ila 703 maddeleri gereğince elbirliği hükümlerine tabidir.Böylesi bir halde ise mirasçıların kendi haklarına dayalı olarak müstakil vaziyette hareket etme imkanları bulunmamaktadır. Her ne kadar 1086 Sayılı HUMK"nun  yürürlükte bulunduğu zaman içerisinde bu şekilde pay oranında açılan davaların dinlenme olanağına  anılan yasa cevaz vermiyorsa da, 6100 Sayılı HMK"nun 124 maddesi hükmü  1086 Sayılı Yasadan ayrılarak yeni düzenlemeler getirmiştir. Bu durumda eldeki davaya konu edilen istek yönünden 6100 Sayılı Yasanın 124. maddesi hükmünün tatbik edilip edilmeyeceğinin değerlendirilip gerekçelendirilerek bir karar verilmesi gerekeceği açıktır.
    Hal böyle olunca, mahkemece öncelikle kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle ehliyetsizlik iddiası yönünden 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden miras bırakanın temlik tarihlerinde hukuki ehliyetinin olup olmadığı yönünden rapor alınması, ehliyetli olduğunun saptanması halinde 1257 parsel yönünden muris muvazaası hukuksal nedenine, 117 parsel yönünden de tenkise dayalı isteğin değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş  olması doğru değildir. Davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü, (6100 Sayılı HMK"nun geçici 3. maddesi uyarınca) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,  10.10.2011  tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


     

    Hemen Ara