Esas No: 2011/8274
Karar No: 2011/10049
Karar Tarihi: 10.10.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8274 Esas 2011/10049 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : TARSUS 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 26/10/2010
NUMARASI : 2007/396-2010/406
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı M. Vasisi,1719 parsel maliki M."in rahatsızlığı döneminde oğlu E. tarafından kandırılarak aldığı vekaletname ile çekişmeli taşınmazı davalı D."a temlik ettiğini ileri sürerek muvazaa ve irade sakatlığı nedeniyle taşınmazın tapusunun iptalini istemiş,yargılama sırasında kısıtlı M."in ölümü üzerine mirasçıları davada taraf olmuşlar ve taşınmazdaki miras paylarını istediklerini bildirmişlerdir.
Davalı D., davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, çekişmeli taşınmaz maliki M."in işlem tarihlerinde hukuki ehliyete haiz olduğunun adli tıp kurumu raporu ile saptandığı, mirasçıları tarafından muris muvazaasına dayalı iddianın eldeki davada ileri sürülemeyeceği, diğer iddiaların da ispatlamanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .. .... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptal isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden özellikle dava dilekçesindeki iddianın ileri sürülüş biçiminden yargılama sırasında ölen kısıtlı M."in oğlu E. tarafından kandırılarak elinden alınan vekaletname ile dava konusu 1719 parsel sayılı taşınmazın vekil aracılığıyla davalıya temlikinin geçersiz olduğu işlem tarihlerinde kayıt malikinin hukuki ehliyete haiz olmadığı, satış iradesi bulunmadığı ileri sürülerek M. vasisi tarafından eldeki davanın açıldığı , yargılama sırasında kayıt maliki M.in öldüğü mirasçılarının davaya devam ettikleri anlaşılmaktadır.
Belirtilen bu nitelemeye göre, davada ehliyetsizlik iddiası ile birlikte vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının da mevcut olduğu kabul edilmelidir. Öte yandan vekaletin hile ile alındığı iddiasının, onun kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kuşkusuzdur. Aslında satış aktinde kullanılan vekaletnamenin geçerli bulunduğu tartışmasızsa da geçerli vekaletnamenin zararlandırma amacına aracı edildiği düşüncesi mevcuttur.
Bu durumda; davada ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden kayıt maliki Mehmet"in Adlı Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınan 23.6.2010 tarihli raporla vekaletnamenin düzenlendiği ve taşınmazın temlik tarihlerinde hukuki ehliyete haiz olduğu saptanarak , anılan hukuki sebep yönünden davanın reddedilmiş olması kural olarak doğrudur. Ancak, vekaletin kötüye kullanıp kullanılmadığı yönünden hükmü yeterli hiç bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; öncelikle davada tapunun iptalinin talep edildiği tescil isteğinde bulunulmadığı gözetilerek davacı tarafa tescil davası açması için önel verilmesi, davanın açılması halinde her iki davanın birleştirilmesi, ondan sonra vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası yönünden yukarıda açıklanan ilkeleri kapsar biçimde bir araştırma yapılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu biçimde karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK"nun (6100 Sayılı Yasanın geçici 3. maddesi delaletiyle) 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,10.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.