Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/4766 Esas 2011/9465 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/4766
Karar No: 2011/9465

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/4766 Esas 2011/9465 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/4766 E.  ,  2011/9465 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ANTALYA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 07/12/2010
    NUMARASI : 2009/504-2010/449

    Taraflar arasında görülen davada;                                                                                            
    Davacı, üç yıldır Demans (Alzheimar) ve depresyon hastası olup, davalı C.."in kendisini akıl zayıflığından ve yaşlılığından yararlanarak kandırmak suretiyle davalı D..."ye nasıl olduğunu hatırlamadığı bir şekilde genel vekaletname verdiklerini, bu vekaletnameyle de maliki olduğu 1922 ada 9 parsel sayılı taşınmazının satış gösterilerek davalı Ö..."e devredildiğini, kendisine hiçbir bedel ödenmediğini, davalıların birlikte hareket ederek ve akli rahatsızlığından istifadeyle kendisini dolandırdıklarını ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuş, yargılama sırasında davacıya atanan vasi tarafından dava takip edilmiştir.
    Davalılar, iddiaların doğru olmadığını, davacının çekişmeli taşınmazın satışı için süreli vekaletname verdiğini, zaten belediyeden ihale ile taşınmazı alıp, bilahare kârla satarak geçinen davacının daha önce de başka taşınmazlarını satmış olduğunu, dava konusu taşınmazın 49.000.-TL bedelle satıldığını ve bu bedelin davacının banka hesabına yatırıldığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece, davalı  tarafın belirttiği 49.000.-TL"sını davacı adına davalı D...tarafından yatırıldığına dair  banka dekontu sundukları ve Adli Tıp Kurumu"nun 20.10.2010  tarihli raporuyla davacının satış tarihi olan 21.12.2009 ve hali hazırda davacının fiil ehliyetine haiz olduğunun bildirildiği gerekçesiyle davanın reddine karar  verilmiştir.
    Karar,  davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 27.09.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Ş.K. geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

    Dava, ehliyetsizlik, hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece; davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1922 ada 9 parsel sayılı taşınmazın kayden davacıya ait iken, davacının Antalya ...Noterliği’nce düzenlenen 21.12.2009 tarih ve 22515 sayılı vekaletnamesine istinaden vekili olan davalı D.A. tarafından 21.12.2009 tarihinde ve satış suretiyle davalı Ö. U.’na temlik edildiği anlaşılmaktadır.
    Hemen belirtilmelidir ki; mahkemece, 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’ndan elde edilen raporla davacının vekalet ve akit tarihi olan 21.12.2009 tarihinde fiil ehliyetine haiz olduğu belirlenmek suretiyle ehliyetsizlik hukuksal nedeni yönünden yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir,  reddine.
    Ancak; hile iddiası vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içermekte olup, mahkemece bu yönde yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya elverişli olduğu söylenemez.
    Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona  dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında  bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Somut olaya gelince; gerçekten de davalı D.A.tarafından davacının banka hesabına 22.12.2009 tarihinde 49.000TL yatırıldığı sabittir. Ne var ki, mahkemece yerinde keşif yapılmak suretiyle dava konusu taşınmazın akit tarihi itibariyle gerçek değeri saptanmamıştır.
    Diğer taraftan; davalılar hakkında Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne “kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan 2011/327 esas sayılı derdest ceza davasının bulunduğu görülmektedir. Her ne kadar BK.nun 53. maddesi hükmü uyarınca Ceza Mahkemesinin beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz ise de, orada belirlenecek olan olguya hukuk hakimince değer verilmesi gerekeceği açıktır.
    O halde, yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma ve inceleme yapılması, toplanan ve toplanacak olan delillerin birlikte değerlendirilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
    Davacı tarafın, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına,  27.09.2011  tarihinde oybirliğiyle karar  verildi. 

     

    Hemen Ara