Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8967 Esas 2011/9421 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/8967
Karar No: 2011/9421

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8967 Esas 2011/9421 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/8967 E.  ,  2011/9421 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : GAZİANTEP 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 25/11/2010
    NUMARASI : 2008/560-2010/548

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, kayden malik olduğu 986 parsel sayılı taşınmazını baldızının oğlu olan M.B.’a satış yoluyla temlik etmek amacıyla Tapu Sicil Müdürlüğüne götürüldüğünü, satış bedelinin banka aracılığıyla ödeneceği sözüne güvenerek tapuda ferağ verdiğini, bedelin ödenmemesi üzerine yaptığı icra takibi sırasında taşınmazın sırasıyla Ö., Ş., K.ve en son T. K.’a temlik edildiğini öğrendiğini, yaşlı ve yaptıklarını hatırlayamayacak kadar unutkan oluşundan yararlanıldığını, Adli Tıp incelemesi ile bu hususun kanıtlanabileceğini,  hileli yollarla yapılan temlikin geçersiz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, aşamalarda ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayanıldığını, davalı Ş.hakkındaki davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
    Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece; Ş.hakkındaki davanın feragat, M.B. bakımından husumet yokluğu, diğer davalılar bakımından ise kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı tarafından süresinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş olmakla; duruşma talebinin dava değeri yönünden reddiyle, Tetkik Hâkimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

    Dava; hukuki ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece; Ş.hakkındaki davanın feragat, M.B. bakımından husumet yokluğu, diğer davalılar bakımından ise kanıtlanamadığından dolayı reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekili dilekçesinde açıkça; davacının 71 yaşında, yaşlı unutkan ve kandırılmaya müsait olduğunu ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuş, yargılama aşamasında da yine açıkça hile nedeni yanı sıra ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı vurgulanmıştır.
    Sorunun sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için öncelikle temlik sırasında davacının hukuki ehliyete sahip olup-olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ne varki; ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden mahkemece yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur
    Ehliyetsizlik; kamu düzeniyle ilgili olup, öncelikle ileri sürülen bu iddianın araştırılması gereklidir.                                       
    Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir.  “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
    Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hâkimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hâkimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
    Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
    Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak araştırmadan sonra davacının “temlik sırasında ehliyetsiz olduğunun” anlaşılması halinde konunun kamu düzenini de ilgilendirdiği gözetilerek öncelikle davacının yasal biçimde temsil edilmesi sağlanmalıdır. Bunun için de davacı vekiline önel verilerek davacıya vasi tayin edilmesi ve vasi veya vasi vekili aracılığıyla yargılamaya devam edilmesi zorunludur. Davacının “ehliyetli olduğunun” anlaşılması halinde ise ikinci iddianın yani taşınmazın M. B.’a temlik edildiği zannıyla Ö. B.’na  temliki ve bedelinin bilahare kendisine ödeneceğine ilişkin beyanların hile olarak nitelendirilip – nitelendirilemeyeceği, tapu istem belgesi ve diğer deliller karşısında davanın bir yıllık hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığı, bu arada çekişmeli taşınmazın temlik değeri ile gerçek değeri arasında aşırı fark bulunup –bulunmadığı ve hile iddiasının her türlü delille de kanıtlanabileceği değerlendirilmelidir.
    Hal böyle olunca; öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmalı, davacının ehliyetli olduğunun saptanması halinde hile iddiası  irdelenmeli ve her iki olasılıkta ilk temlikten sonraki temellük edenler yönünden olayı bilen ya da bilmesi gereken konumunda olup- olmadıkları diğer bir deyişle TMK’nun 2. maddesi anlamında iyiniyetli sayılıp- sayılmayacakları ve bunun sonucu olarak TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp- yararlanmayacakları  saptanmalı ve  hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik  tahkikatla yetinilerek yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi isabetli değildir.
    Kabule göre de birleşen dava hakkında hüküm kurulmamış olması da doğru değildir.
    Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HMK’nun 362 maddesi (HUMK’nun 428) uyarınca BOZULMASINA, alınan  peşin harcın  temyiz  edene  geri  verilmesine, 26.09.2011  tarihinde  oybirliğiyle  karar  verildi.

     

    Hemen Ara