Esas No: 2011/4412
Karar No: 2011/9002
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/4412 Esas 2011/9002 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ÇARŞAMBA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 28/12/2010
NUMARASI : 2010/69-2010/535
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 33 parsel sayılı taşınmazdaki 21/28 payının satışı için davalı oğlu M.ya 20.11.2009 tarihinde vekil tayin ettiğini, ancak davalı oğlunun anılan payı sembolik bir bedelle diğer davalıya 2.12.2009 tarihinde ve satış suretiyle temlik ettiğini, davalıların çıkar ve işbirliği içerisinde hareket ederek vekalet görevini kötüye kullandıklarını ileri sürüp, tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğinde bulunmuştur.
Davalı A., çekişme konusu taşınmazı kendine ait 3 adet taşınmaza komşu olması nedeniyle ve yapılan pazarlık sonucu 13.000.-TL peşin, 15.000.-TL"sını da bono düzenleyerek toplam 28.000.-TL bedelle satın aldığını, iyiniyetli olup, diğer davalıyla işbirliği içinde olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Davalı M., davacı annesi aleyhinde açmış olduğu tapu iptal ve tescil davasından vazgeçmesi karşılığında davacı annesinin fındıklıklarını kendisine verme teklifini kabul etmesi üzerine davacının vekaletname verdiğini ve kendisinin de bu vekaletnameye istinaden dava konusu taşınmazı diğer davalıya 28.000.-TL bedelle sattığını beyan etmiştir.
Mahkemece, davalı M."nın vekalet görevini kötüye kullandığı, diğer davalının da bunu bilebilecek durumunda olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı A.B.vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 20.09.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat gelmedi, temyiz edilen davacı asil B. A. ile vekili Avukat M.Y. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 33 parsel sayılı taşınmazdaki davacıya ait 21/28 payın, davacının Çarşamba ....Noterliğinden vermiş olduğu 20.11.2009 tarih ve 7675 sayılı vekaletnamesine istinaden vekili olan davalı oğlu M.tarafından 02.12.2009 tarihinde ve satış suretiyle diğer davalı A.’e temlik edildiği, A.’in anılan vekaletnamede tanık olarak imzasının bulunduğu ve ayrıca komşu 34, 37 ve 38 sayılı parsellerin de maliki olduğu; vekaletnamenin dava konusu parsel ile dava dışı başka parsel ve Tekkeköy ilçesindeki taşınmazlara ilişkin olarak ve satış yetkisi içerir şekilde düzenlendiği; davalı M.’nın, davacı annesi ve dava dışı kardeşleri aleyhine miras bırakan babasının 7 adet taşınmazı temlikiyle ilgili açmış olduğu muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası sonucunda, Samsun 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.11.2009 tarih ve 294-373 sayılı kararıyla, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, davalıların çıkar ve işbirliği içerisinde hareket ederek vekalet görevini kötüye kullandıklarını ileri sürmüş; davalı M., davacı annesi hakkında açmış olduğu davadan vazgeçmesi karşılığında düzenlenen vekaletnameye istinaden çekişmeli taşınmazı diğer davalıya temlik ettiğini savunmuş, diğer davalı A. ise, taşınmazın bedelini, kısmen nakit ödemek kısmen de protokol ve kambiyo senedi düzenlemek suretiyle satın aldığını beyan etmiştir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; her ne kadar akit tablosunda taşınmazın değeri düşük görünse de, gerçek satış bedelinin davalıların savunmalarında belirtilen ve davacının istediği tazminat miktarına yakın bir bedel olarak belirlendiği ve davalılar arasında satış bedeliyle ilgili protokol ile kambiyo senedi düzenlendiği; şayet vekil olan M., elde ettiği bedeli davacıya ödememiş ise, bu hususun tapu iptal ve tescil sebebini teşkil etmeyeceği; yine davalı A.’in taşınmazı gerçekten satın aldıktan sonra kullanmaya başladığı ve halen tasarrufunu sürdürdüğü gözetildiğinde ve bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, davalı A.’in ediniminin korunması gerekeceği sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda, eldeki davada terditli olarak tazminat da istenildiğine göre, anılan husus üzerinde durularak satış bedeli konusunda bir karar verilmesi gerektiği açıktır.
Hal böyle olunca; davalı A.hakkındaki davanın reddine, davalı M.bakımından tazminat yönünden araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalı A.’in temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.