Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/4304 Esas 2011/8323 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/4304
Karar No: 2011/8323

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/4304 Esas 2011/8323 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/4304 E.  ,  2011/8323 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : MUDURNU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 02/11/2010
    NUMARASI : 2010/89-2010/87

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı A., kendisinden hile ile alınan vekaletname ile çekişme konusu 486, 660 ve 1957 parsel sayılı taşınmazlarının torunu olan davalı A."e satış suretiyle temlik edildiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
    Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı mirasçısı H. tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi  raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. 
    Dava, vekalet  görevinin kötüye kullanılması  hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. 
    Dosya içeriğinden, toplanan delillerden;çekişme konusu 486, 660 ve 1957 parsel sayılı taşınmazların davacı A. adına kayıtlı iken, 12.5.2005 tarihinde davacıya vekaleten davalı F. tarafından diğer davalı A."e satış suretiyle  temlik edildiği; davacı A."nin, kendisinden hile ile alınan vekaletname ile çekişme konusu taşınmazlarının torunu olan davalı A."e  temlik edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı; davacı A."nin yargılama sırasında ölümü nedeniyle tek mirasçısı olan kızı H."nin davayı takip ettiği, dahili davacı H."nin ehliyetsizlik  iddiası üzerine, davacı A."nın vekaletname ve akit tarihinde ehliyetli olduğuna ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, vekaletin hile ile alındığı iddiası kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir.
    Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.                 
    Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona  dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.  
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında  bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. 
     Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Somut olaya gelince; çekişme konusu taşınmazların davacı A.adına kayıtlı iken, 12.5.2005 tarihinde davacıya vekaleten davalı F. tarafından davalı A."e satış suretiyle  temlik edildiği, taşınmazların gerçek değerleri ile akitte gösterilen değerleri  arasında aşırı fark bulunduğu, temlikten kısa süre sonra eldeki davanın açıldığı ve davacının yargılama sırasında 15.4.2006 tarihinde öldüğü, kısa sayılabilecek bir süre geçmiş olmasına karşın davacı A."nin terekesinden satış bedelinin çıkmadığı, bu durumun, satış bedeli adı altında davacıya bir ödemenin yapılmadığını gösterdiği,  kaldı ki, davalı A. tarafından satış bedelinin ödendiği yönünde bir savunmada bulunulmadığı gibi, bu konuda herhangi bir delilde ibraz edilmediği görülmektedir.
    Tüm bu maddi olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, temlikin vekil tarafından vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, vekil F. ilk el durumundaki davalı  A."in el ve işbirliği içinde davacıyı zararlandırma kastıyla hareket ettikleri  sonucuna varılmaktadır.
    Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
    Dahili davacı H."nin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,  14.07.2011  tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara