Esas No: 2011/6087
Karar No: 2011/7717
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/6087 Esas 2011/7717 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : KAHRAMANMARAŞ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/02/2010
NUMARASI : 2005/86-2010/83
Taraflar arasındaki davadan dolayı Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 11.02.2010 gün ve 2005/86 esas 2010/83 karar sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan 27.09.2010 gün ve 8027-9408 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacılar vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece, kurulan hükmün davalılar tarafından temyizi üzerine, daire bozma kararında özetle, “ehliyetsizlik iddiasına dayalı davalar, murise teb’an açılan davalardan olup ancak taşınmazın terekeye döndürülmesi ya da tüm mirasçılar adına tescil isteği ile açılabileceği, bunun sonucu olarak; davacı mirasçıların miras payları oranında iptal ve tescil isteği ile açılan davanın yürütülmesi ve sonuca bağlanması yasal açıdan mümkün olmadığı, sebebiyle açıklanan nedenden ötürü davanın reddi gerekirken, anılan husus gözardı edilerek kabulü yönünde hüküm kurulmasının doğru olmadığı gibi, kabule göre de miras bırakanın gerek vekâletnamenin düzenlendiği tarihte ve gerekse temlik tarihinde hukuksal ehliyete haiz olmadığının Adli Tıp Kurumunca belirlenmesi gerekirken vasi tayini davası sırasında verilen ve muayene ve gözlem tarihindeki durumunu esas alan raporla yetinilerek eksik araştırma ile karar verilmiş olmasının da doğru bulunmadığı” gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, miras bırakan Ummuhanı Okuducu"nun 18.09.2004 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak çocukları davacılar ile davalı çocukları A.. O... ile A... S..."un kaldıkları, davada yeralmayan mirasçının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
O halde, dava dışı mirasçı bulunmadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki bozma gerekçesinin maddi hataya dayalı olduğu anlaşılmakla davanın sürdürülmesi ile neticeye gidilmiş olması doğrudur.
Davacılar, çekişme konusu vekaletin düzenlendiği tarihte miras bırakanın rahatsızlığı sebebi ile fiil ehliyetinin bulunmadığını, oğlu olan vekil A..."nin murisin bu durumundan yararlanarak hile ile aldığı vekaleti kötüye kullanarak miras bırakana ait çekişme konusu taşınmazı davalı A..."ye satış suretiyle devrettiği iddiası ile eldeki davayı açtıkları görülmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek "ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır." hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması, kişiye eylem ve işleme göre değişmesi sebebi ile bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Ne var ki, mahkemece miras bırakanın gerek vekâletnamenin düzenlendiği tarihte ve gerekse temlik tarihinde hukuksal ehliyete haiz olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan raporunun alınmadan, vasi tayini davası sırasında verilen ve muayene ve gözlem tarihindeki durumunu esas alan raporla yetinilerek karar verilmesi yoluna gidilmiştir.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları,hasta müşahade kayıtları, reçeteler, vasi dosyasından aldırılan raporlar vs. istenmesi, tüm dosyanın 2659 Sayılı Yasanın 7, 16. Maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumuna (4.İhtisas Dairesine) gönderilmesi, vekaletnamenin düzenlendiği tarih ile temlik tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde diğer iddiaların incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca; davacıların karar düzeltme isteğinin HUMK’un 440 maddesi gereğince KABULÜNE, dairenin 27.09.2010 tarih, 2010/8027 Esas, 2010/9408 Karar, sayılı bozma kararının Ortadan Kaldırılmasına, yukarıda belirtilen bozma sebepleri doğrultusunda bir karar verilmesi için mahkemenin 11.02.2010 tarih, 2005/86 esas, 2010/83 sayılı kararının açıklanan bu nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 29.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.