Esas No: 2011/5105
Karar No: 2011/7460
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/5105 Esas 2011/7460 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : TÜRKELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/07/2010
NUMARASI : 2008/128-2010/96
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 44 ada 31 parsel sayılı taşınmazdaki 5/20 payı oğlu davalı Ferhat’ın vekalet görevini kötüye kullanarak damadı olan diğer davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, satışın gerçek olmadığını, kendisine satış bedeli ödenmediğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmadığı taktirde 10.000,00.-YTL bedelin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, dava konusu taşınmazın satışının davacının bilgisi dahilinde geçerli vekalete istinaden yapıldığını, satışın gerçek olduğunu belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmaz payının vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle davalı Hüseyin’e temlik edildiği iddiasının ispat edilemediği, ancak aynı davalının ikrarı ile devrin muvazaalı olduğunun belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının 07.09.2001 tarihinde davalı F.’a verdiği vekaletname kullanılarak çekişme konusu 44 ada 31 parsel sayılı taşınmazın 5/20 payının 24.12.2003 tarihli akitle satış suretiyle diğer davalı H...’e temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, oğlu davalı F...’a vekaletname verdikten sonra vekaletten vazgeçip durumu oğluna bildirdiğini, satış iradesinin olmadığını, vazgeçmeyi bildiği halde vekil davalı F...’ın dava konusu taşınmazı düşük bedelle diğer davalıya devrettiğini, satıştan haberi olmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda; hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki nitelendirmede hataya düşülerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. Davalıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.