Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/6413 Esas 2011/7415 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/6413
Karar No: 2011/7415

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/6413 Esas 2011/7415 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/6413 E.  ,  2011/7415 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ARSİN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 10/02/2011
    NUMARASI : 2010/91-2011/26

    Taraflar arasında görülen davada;  
    Davacılar, kanser hastası olan miras bırakan S..."nin ehliyetsiz olduğu dönem davalı kardeşi O..."ın, arazi ve hastane işlemlerini takip edeceğini söyleyerek hile ile muristen  aldığı vekaleti kullanarak, tevkil yetkisi sebebi ile vekil tayin ettiği dava dışı K... Y... Aracılığı ile  miras bırakanın 121 nolu parseldeki payını  kendi adına, 118 nolu parseli ise diğer davalı oğlu S... Adına satış suretiyle devrini sağlayarak vekalet görevini kötüye kullandığını, davalıların kötüniyetli olup, temliklerin muvazaalı olduğunu, kaldı ki satış bedellerinin de ödenmediğini ileri  sürerek,  tapu iptal ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminata karar verilmesini istemişlerdir.
    Davalılar, iddiaların doğru olmadığını belirterek, davanın  reddini savunmuşlardır. 
    Mahkemece, murisin ehliyetli olduğu ve kendi isteği ile vekalet verdiği gerekçesi ile davanın reddine karar  verilmiştir.
    Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi  raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
    Dava, ehliyetsizlik, hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tecil, bu mümkün olmadığı takdirde tazminat  isteklerine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının, miras bırakan S..."nin kanser hastası olup, fiil ehliyetinin bulunmadığı dönemde, kardeşi davalı O..."ın hastane ve malvarlığı ile ilgili işlemleri takip edeceğini söyleyip kandırmak suretiyle aldığı 23.02.2009 tarihli vekaleti kullanarak murisin 118 parseli 24.02.2009 tarihinde oğlu olan davalı S..."e, 121 parsel sayılı taşınmazdaki payını da yine aynı tarihte  satış suretiyle devrini sağladığını, murisin taşınmazların satışı konusunda yetki verme amacının olmadığı gibi, satış bedellerinin de kendisine ödenmediğini, davalıların kötüniyetli olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı, resmi akit ve dayanak belge içeriklerine göre;  davalı vekil O..."ın, vekaletnamedeki tevkil yetkisini kullanarak vekil tayin ettiği dava dışı K... Y...  vasıtasıyla dava konusu taşınmazların temliklerini sağladığı  anlaşılmaktadır.
    Davacının, murisin fiil ehliyetinin bulunmadığı, vekaletnamenin hile ile  alındığı ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiaları ile  eldeki davayı açtığı görülmektedir.
    Hemen belirtilmelidir ki; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-236 sayılı kararında vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Bu halde, mahkemece önem sırası dikkate alınmak suretiyle her bir hukuki sebep yönünden araştırma yapılması zorunludur.
    Ehliyetsizlik iddiası kamu düzeni ile ilgilidir. Bu bakımdan mahkemece re’sen dikkate alınması ve incelenmesi gerekir. Yapılacak inceleme sonunda miras bırakanın ehliyetli olduğunun saptanması halinde ise, davada dayanılan diğer sebepler yönünden gerekli araştırma yapılması gerekir.
    Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir.  “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
    Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.’un 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
    Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
    Somut olayda;  mahkemece değinilen ilkelerin gözardı edildiği gibi,  miras bırakanın vekalet tarihi ile temliklerin yapıldığı  tarihler itibariyle  ehliyetli olup olmadığının 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16 maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak rapor ile saptanması gerekirken, bu hususta hiç araştırma yapılmadığı da anlaşılmaktadır.
    O halde, taraflar arasındaki çekişmenin sıhhatli bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu da  göz önüne alınarak önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kâğıtları, reçeteler  vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, akit ve vekâletin veriliş tarihlerinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması,  ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde, diğer hukuki sebepler yönünden gerekli araştırmanın yapılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek karar verilmesi isabetsizdir.
    Kabule göre de; davacıları temsilen dava açan A... A..."ın dava tarihi itibariyle her ne kadar küçük olan A... N..., A...  G... ile  T..."ın vekili sıfatıyla dava açmış ise de, yargılama sırasında celbedilen nüfus kaydına göre;  velayeten dava açan A. A."ın, küçük olan A... G... İle T..."ın  annesi olmadığı, gerçek annelerinin vukuatlı nüfus kaydına göre nesebin tashihine ilişkin Gaziantep 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/61 Esas, 2010/83 sayılı 30.03.2010 kesinleşme tarihli kararına istinaden 15236126264 T.C. Numaralı A...  Ö... olduğu görülmektedir.
    Buna göre küçükler A... G.... ve T... adına dava açan A... A..."ın velayet görevinin ve buna bağlı olarak avukata verdiği vekaletin son bulacağı, bu küçükler yönünden velayet yetkisinin gerçek anne olan A... Ö..."de olacağı kuşkusuzdur.
    O halde; gerçek anne olan A... Ö..."e tebligat yapılarak  davada yeralması ve davaya icazet verildiği takdirde dava şartının gerçekleştirildiği gözetilerek davaya onun huzuru ile devam edilmesi veya onun vereceği vekaletname üzerine davanın takip edilmesi gerekirken bu hususun da gözardı edilmesi doğru değildir.
    Öyleyse; öncelikle belirtildiği şekilde usulü işlemlerin ikmal edilmesi, ondan sonra yukarıda değinildiği şekilde araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
    Davacılar vekilinin temyiz itirazları belirtilen sebeplerle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.06.2011  tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara