Esas No: 2011/3794
Karar No: 2011/4928
Karar Tarihi: 27.4.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/3794 Esas 2011/4928 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : GAZİOSMANPAŞA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/11/2009
NUMARASI : 2006/497-2009/456
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, maliki olduğu 4 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümü, davalı torunu G."nin kendisinden hile ile aldığı vekaletnameyi kullanarak diğer davalı İ."a satış yoluyla temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı İ., çekişme konusu taşınmazı satın aldığını, akitte gösterilen bedelin gerçek bedel olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekaletin hile ile alındığı ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davalı .çekişme konusu taşınmazı satını aldığını, akitte gösterilen bedelin gerçek bedel olduğunu, bu nedenle davanın reddi gerektiğini savunmuş, mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 4 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölüm davacının miras bırakanı eşi Ş.Ö. adına kayıtlı iken, 17.11.2005 tarihinde mirasçıları olarak davacı ile birlikte müşterek çoçuklarına intikal işleminin yapılarak, mirasçılar adına paylarının tescil edilmesinden sonra, aynı tarihte çocukların paylarını satış suretiyle davacı annelerine devrettikleri, tüm bu işlemlerde davacıya vekaleten torunu olan davalı G."nin yer aldığı, davacının tam malik olduğu çekişmeli bağımsız bölümde oturduğu, daha sonra davacıya vekaleten davalı G."nin çekişmeli 3 nolu bağımsız bölümü davalı İ.a 22.11.2005 tarihinde 15.00,00 TL bedelle satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya
yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazın, davacının murisi olan eşinden kaldığı, dava dışı çocuklarının miras paylarını temlik etmeleri nedeniyle davacının müstakil malik olduğu ve dava konusu taşınmazda oturduğu; 1936 doğumlu davacının içerisinde oturduğu evini satmasını gerektirir bir durumunun bulunmadığı, böyle bir ihtiyaç içerisinde olmadığı görülmektedir.
Tanık anlatımlarına göre, davalı İrfan"ın ticaretle uğraştığı, basit bir araştırma ile taşınmazın gerçek değerini bilebilecek konumda olduğu, nitekim taşınmazın gerçek değerinin bilirkişilerce 50.000,00 TL olarak belirlendiği, davalı İrfan"ın ise 50.000,00 TL değerindeki bu taşınmazı akittte gösterilen 15.000,00 TL bedelle satın aldığını savunduğu, bu durumda basiretli bir tacir gibi davranmadığı açıktır.
Bu maddi olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde temlikin, davalı vekil G.tarafından vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, davalı İrfan"ında vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde hareket ettiği, kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerk yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazı yerindedir kabulü ile açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.4.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.