Esas No: 2011/481
Karar No: 2011/4907
Karar Tarihi: 27.04.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/481 Esas 2011/4907 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : KIRKLARELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/01/2008
NUMARASI : 2004/919-2008/
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, maliki olduğu beş parça taşınmazının davalı N."e ortak oldukları şirket ile ilgili verdiği genel vekaletnamenin kötüye kullanılarak hile ile diğer davalıya temlik edildiğini, davalıların danışıklı hareket ettiklerini ileri sürerek, tapu iptal ve tescile ya da tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacı tarafından usulüne uygun olarak verilen vekaletname ile taşınmazların satıldığı, ancak vekilin özen borcunu yerine getirmediği gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı ve davalı Nesrin vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, tazminat isteği yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu beş parça taşınmazın davacı adına kayıtlı iken 1.5.2002 tarihli vekaletname uyarınca davalı vekil N.tarafından diğer davalı Nuriye’ye 6.5.2002 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, yapılan temliki işlemin kendisini zarara uğratmak kastıyla vekalet görevi kötüye kullanılarak gerçekleştirildiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmış, tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğinde bulunmuştur.
O halde, öncelikle araştırılması gereken isteğin tapu iptal ve tescil olduğunda kuşku yoktur.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacının vekil kıldığı N.’in davacı ile evli olduğu ve yargılamanın devamı sırasında boşandıkları, mahkemece yapılan keşif sonucu çekişme konusu taşınmazların resmi senette gösterilen satış değerleri ile akit tarihindeki gerçek değerleri arasında aşırı fark bulunduğu saptanmıştır.
Ayrıca, her ne kadar çocuklarının istikballeri ve bu uğurda yapılacak giderlerin karşılanması bakımından taşınmazların satışı için davacı vekaletname vermiş ise de; bu husus vekalet görevinin kötüye kullanılmasına fırsat vermeyeceğinde kuşku yoktur. Kaldı ki; davalı N.’nin vekil N.’in kardeşi olduğu dosya kapsamı ile de sabittir.
Öyleyse; anılan somut olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, yapılan temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, tapu iptal ve tescil isteği yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.