Esas No: 2011/3301
Karar No: 2011/3857
Karar Tarihi: 04.04.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/3301 Esas 2011/3857 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : DENİZLİ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 01/04/2010
NUMARASI : 2010/3-2010/123
Taraflar arasındaki davadan dolayı Denizli 2. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 01.04.2010 gün ve 2010/3 esas 2010/123 karar sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 14.12.2010 gün ve 8598-13379 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemenin 19.02.2009 tarih 2006/552 E. 2009/55 K. sayılı kararı ile çekişme konusu taşınmazın davacı adına kayıtlı iken davalının eşi S. C.’dan alınan borç para nedeniyle davalı adına devrinin sağlandığı, davacı borcunun ödendiği ancak taşınmazın tapuda yeniden davacı adına devrinin sağlanmadığı, bu konuda davalıya teklif edilen yeminin ihtarlı davetiye ile davalıya bildirilmesine rağmen davalının tayin edilen gün ve saatte duruşmaya katılmadığı, bu nedenle davalının yeminden kaçınmış ve davanın ispatlanmış sayılması gerektiği gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verildiği, davalının temyizi üzerine Dairenin 15.07.2009 tarih 7124-8378 sayılı kararında belirtilen “taraflar arasındaki ilişkinin inançlı işlem olduğu, bu hukuki ilişkinin davacı ile davalı arasında gerçekleşmediği, davalının dava dışı kocası ile davacı arasındaki ilişkiden kaynaklandığı, davalıya verilen yeminin yasal olmadığı ve böylesi bir davanın 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması gerekeceği” gerekçeyle, davanın reddine karar verilmesi gereğine de değinilerek Dairece kararın bozulduğu ve tashih i karar isteğinin de reddine karar verildikten sonra mahkemece 01.04.2010 tarihli oturumda bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş olduğu ve anılan kararın davacı tarafından yapılan temyiz itirazı da reddedilerek hükmün onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, 24.11.2006 tarihli dava dilekçesinde; “..davalı E. C.’ın kocası olan S. C.’dan 225 ada 12 parsel sayılı taşınmazın üzerine ipotek konulması şartıyla ödünç para aldığını, ancak arsanın üzerine ipotek konulmayarak 15.09.2000 tarihinde tapuda davalı E.adına tescilinin yapıldığını, ödünç almış olduğu parayı ödediğini, hatta ödünç aldığı para karşılığında bir araç ta verdiğini buna rağmen davalının eşi S.’ın taşınmaz üzerine ipotek koydurmayıp, davalı E.üzerine tescil işlemini yaptırdığını, kendisinin kandırıldığını, davalı Emine’nin bu durumu bildiği halde eşi S.ile birlikte olup taşınmazı üzerine almakla haksızlık yaptığını” belirterek tapu iptali ve tescili istekli eldeki davayı açmıştır.
O halde iddianın bu niteliği ve ileri sürülüş biçimine göre taraflar arasındaki ilişkinin inançlı işlemden (teminat mukabili temlik) değil, hileden kaynaklandığı tartışmasızdır.
Bilindiği üzere, hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede yanıltma söz konusudur. BK"nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması da hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde hile hukuksal nedeni yönünden BK 31 maddesi hükmü de gözetilmek suretiyle bir araştırma yapılmış değildir.
Ne var ki mahkemenin somut olguyu inançlı işlem olarak değerlendirdiği, Daire kabulünün de aynı paralelde olduğu, mahkemece de bozmaya uyularak davanın reddine karar verildiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki bozmaya uyulmuş olmakla taraflar yararına kazanılmış hak doğar. Kazanılmış hak kuralı ise kamu düzeniyle ilgili olup resen araştırılması gerekli bir usul kuralıdır. Ancak maddi hataya dayalı olan bozma kararına uyulması ve buna göre bir karar verilmiş olması, kazanılmış hak kuralının istisnasını teşkil eder. Bu husus da gerek yargısal uygulamalarda ve gerek öğretide sapma göstermeksizin benimsenmiştir.
Öyleyse, somut olayda taraflar arasındaki ilişki inançlı işlem olmayıp hileden kaynaklandığına göre, maddi yanılgıya dayalı olmakla taraflar yararına kazanılmış hak doğurmayan mahkemenin 01.04.2010 tarih 3-123 sayılı kararı ile Daire onamasının doğru olduğu söylenemez.
Değinilen bu hususlar davacının karar düzeltme isteği üzerine bu defa yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından davacının karar düzeltme isteğinin HUMK 440 maddesi hükmü uyarınca kabulü ile Dairenin 14.12.2010 tarih ve 2010/8598 E., 2010/13379 K. sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına, yukarıda değinilen ilkelerde hile olgusu yönünden gözetilerek, toplanan ve toplanacak dediler ile birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verilmesi için Yerel Mahkemenin 01.04.2010 tarih ve 2010/3 E., 2010/123 K. sayılı kararının HUMK 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 04.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.