Esas No: 2010/13096
Karar No: 2011/3616
Karar Tarihi: 29.03.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/13096 Esas 2011/3616 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : SİLİVRİ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/06/2010
NUMARASI : 2006/509-2010/308
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, kayden paydaş oldukları 777 parsel sayılı taşınmazın 1. Derece sit alanı olduğu anlaşılınca satışa çıkardıklarını, 2002 yılında ekonomik kriz olması nedeniyle istenen bedeli veren olmadığını davalı N."nin taşınmazı satın alacak müşterisi olduğunu, ikna edebilmesi için vekalet verilmesi konusunda kendilerini ikna ederek , aldığı vekaletname ile, davacılardan T."in 2006 "da taşınmaza iyi fiyat verildiğini vekilin yanında bahsetmesi üzerine vekilin taşınmazı unuttukları vekaletname ile diğer davalılara, konuşmanın ertesi günü temlik ettiğini, bu durumu tesadüfen öğrendiklerini alıcılarında bilecek durumda olup iyiniyetli olmadıklarını ileri sürerek tapunun iptal ve tescilini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemce, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 29.03.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat D. Ç. ile temyiz edilen vekili Avukat M. K. geldiler, davetiye tebliğine rağmen davalı N. M. vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, dava konusu 777 parsel sayılı taşınmazın davacılar adına 1/2"şer pay olarak kayıtlı iken 29.4.2002 tarihli vekaletnameye istinaden vekil N. M. tarafından, 6.6.2006 tarihinde 15.000 lira bedelle davalılar O. ve S. 1/2"şer paylı olarak satış suretiyle temlik edildiği davacıların vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; toplanan delillerden mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi raporlarından, dinlenen tanık beyanlarından vekilin, vekil edenleri zararlandırma amacı güttüğü davacılara bedel ödenmediği gibi, taşınmazı satın alan davalıların vekile ödediklerini ileri sürdükleri 180.000 liranın dahi ödendiği hususunun kanıtlanamadığı, bu konuda dinlenen davalı tanık beyanlarının çekişmeli olduğu, taşınmazın gerçek değeri ile temlik değeri arasında fahiş fark olup , yukarıda açıklanan ilkeler, belirlenen olgularla birlikte değerlendirildiğinde, vekil ile taşınmazı temlik alan davalıların el ve işbirliği içinde oldukları, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK"nun 428. maddesi hükmü gereğince BOZULMASINA, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin hacrın temyiz edene geri verilmesine, 29.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.