Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/3357 Esas 2011/3593 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/3357
Karar No: 2011/3593
Karar Tarihi: 28.3.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/3357 Esas 2011/3593 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/3357 E.  ,  2011/3593 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ANKARA 21. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 12/05/2010
    NUMARASI : 2009/178-2010/146

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, dava konusu 36879 ada, 2 parselde kardeşleri ile paydaş olduğunu, dava dışı yüklenici şirket ile yaptıkları kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca 20,23 ve 24 nolu bağımsız bölümlerin kendilerine isabet ettiğini, aralarında yaptıkları anlaşmaya göre de 24 nolu bağımsız bölümün adına tescilinin kararlaştırıldığını, yüklenicinin edimini yerine getirmediğini, inşaatı yarım bıraktığını, yükleniciden haricen pay satın alan davalı B.G.’ün, arsa sahiplerinden vekâlet alarak ve para toplayarak inşaatı bitirmeye çalıştığını, iştirakçilerden N.Y.’nın yönlendirmesi ve hileli davranışları ile davalı B.G.ü vekil kıldıklarını ancak anılan kişinin vekalet görevinin kötüye kullanarak 24 nolu bağımsız bölümü fikir ve elbirliği içinde hareket ettikleri diğer davalılara kısa aralıklarla tapuda satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, muvazaalı işlem yapıldığını, satış bedelinin ödenmediğini, 20 ve 23 nolu bağımsız bölümler hakkında da ayrı davalar açıldığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tescilini olmadığı takdirde bedelinin tazminine karar verilmesini istemiştir.
    Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece; davalıların yanıltmaya yönelik hileli davranışlarının neler olduğunun somut olarak bildirilmediği, iddiaların soyut kaldığı, davanın kanıtlanmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı tarafından süresinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş olmakla; duruşma talebinin dava değeri yönünden reddiyle, Tetkik Hâkimi . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
    Dava; tapu iptal ve tescil olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkin olup mahkemece “hile iddiasının” kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Davacı; davalılardan B.G.verdiği vekâletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açmış, mahkemece hangi sebeple hile olgusunun gerçekleştiği yönünde davacı yanın bir açıklama getiremediği gerekçesiyle davanın reddi cihetine gidilmiştir.
    Hemen belirtilmelidir ki; vekâletin hile ile alındığı iddiasının aynı zamanda BK’nun 386. ve takip eden maddelerinde öngörülen vekâletin kötüye kullanılması hukuksal nedenini de içerdiği, doktrin yanı sıra istikrar kazanan yargısal uygulamalarla kabul edilmiştir.
    Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Somut olaya gelince; davacı ve dava dışı kişilerin elbirliği mülkiyetine tabi taşınmazda malik oldukları, taşınmazlarla ilgili olarak dava dışı A.İnşaat Ticaret A.Ş. ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptıkları ve binanın anılan şirket tarafından % 63.20 oranında tamamlanabildiği, inşaatın yarım bırakılması üzerine arsa maliklerinin bir araya gelerek masrafları kendilerince karşılanarak yarım kalan işlerin yapılması ve binanın tamamlanması bakımından davalı Barış Güngör’ü 20.03.2009 tarihinde vekil tayin ettikleri, bundan önce arsa maliklerinin yapılacak bağımsız bölümleri kendi aralarında düzenledikleri 14.04.2009 tarihli belgede kabul ettikleri üzere taksim edildiği, 24 nolu kat irtifaklı bağımsız bölümün davacıya, 20 ve 23 nolu bağımsız bölümlerin ise C.ve F.’ye ait olacağının kararlaştırıldığı, buna göre vekil B.’ın görevini kötüye kullanmak suretiyle 24 nolu bağımsız bölümü 24.03.2009 tarihinde 7.000.-TL. bedelle Mehmet’e ve Mehmet’in de 28/04/2009 tarihinde 10.000.-TL. bedelle diğer davalı T.’a satış suretiyle temlik edildiği, diğer 20 ve 23 nolu bağımsız bölümler için de 10. ve 21. Asliye Hukuk Mahkemesinde davacı F.Y.tarafından açılan derdest davaların olduğu anlaşılmaktadır.
    Ne varki; mahkemece bu iddia yönünden herhangi bir delil toplanmamış ve eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuştur.
    O halde; mahkemece yapılması gerekli olan iş, iddia ve savunma doğrultusunda vekâlet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin taraf delillerinin toplanılması, s. ve s.bir neticeye ulaşılabilmesi için aralarında hukuki ve fiili irtibat bağı bulunması ve HUMK’nu 45. maddesi hükmü uyarınca eldeki dava ile derdest bulunan davaların birleştirilmesinin düşünülmesi, tüm toplanan ve toplanacak delillerin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik tahkikatle yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.
    Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmü açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.3.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

     

     

     

     

     

     

    Hemen Ara