Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 290 sayılı parselinin satılması konusunda verdiği vekaletname yetkisinin kötüye kullanıldığını ve taşınmazın muvazaalı temliklere konu yapıldığını ileri sürerek, iptal-tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği, başvurulan yemin delilinin de davalılarca eda edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Getirtilen kayıtlardan, davaya konu 290 sayılı parselin davacıya ait iken, vekili davalı S. tarafından 27.12.2006"da oğlu olan davalı Y.satıldığı; Y.n de bu taşınmazı, vekil kıldığı babası Salih vasıtasıyla 09.01.2007"de diğer davalı A.R. T.ye sattığı görülmektedir.
Mahkemece, “davada muvazaa hukuki sebebine dayanıldığı, taraflar arasındaki yazılı sözleşmenin aksinin yazılı delille kanıtlanabileceği, davacının yemin isteğinin de davalı tarafça eda edildiği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Oysa, HUMK’nun 76.maddesi hükmü gereğince maddi olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelemeyi yaparak, uygulanacak kanun hükmünü tayin edip tatbik etmek hakime aittir. Buna göre ve özellikle dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davacının, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanarak eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu"nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ancak, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, davanın belirlenen nitelendirmesi karşısında, davacının yemin deliline başvurmasına ve yeminin davalı tarafça eda edilmesine hukuki bir sonuç bağlanamayacağı da açıktır.
Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilke ve olgular çerçevesinde tarafların tüm delillerinin toplanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.