Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/12891 Esas 2011/3305 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2010/12891
Karar No: 2011/3305
Karar Tarihi: 22.03.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/12891 Esas 2011/3305 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2010/12891 E.  ,  2011/3305 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : KÜÇÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 27/05/2010
    NUMARASI : 2008/133-2010/371

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, kayden paydaş olduğu 1 parsel sayılı taşınmazdaki payını davalılar B. ve K.in kurdukları emlak şirketine teminat gerektiği yönünde psikiyatride tedavi gördüğü dönemde ikna ederek daha sonrada ailesine zarar vereceklerini söyleyerek aldıkları vekaletname ile temlikinin sağlandığını, vekil B."e vekillikten azlettiğini bildirdiği halde temlikin yapıldığını ileri sürerek, Veysel adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptal ve tescilini istemiştir.
    Yargılama sırasında davalı K. vefat ettiğinden, K.e yönelik davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
    Davalı V.; iyiniyetli malik olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.
    Diğer davalılar, davaya cevap vermemişlerdir.
    Mahkemece; davalı K.yönünden feragat nedeniyle diğer davalılar yönünden, davacı iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.03.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden H. T. vekili Avukat C.T.ile temyiz edilen V. D.vekili Avukat F.M.Y. geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen diğer davalılar gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 108 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 13/240 payın davacı adına kayıtlı iken 09.11.2007 tarih/47286 yevmiye nolu vekaletnameye istinaden vekil B.U.tarafından 13.11.2007 tarihinde 5000 lira bedelle R.B."a satış suretiyle temlik edildiği, onunda aynı bedelle 13.12.2007 tarihinde davalı V.D."a devrettiği, davacının vekaletnamenin hile ile alındığını, psikolojik rahatsızlığı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
    İddianın ileri sürülüş biçiminden hukuki ehliyetsizlik ve vekaletin hile ile alındığı iddiasının vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da kapsadığından, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenlerine dayanıldığı açıktır.
    Hemen belirtilmelidir ki, bir kimsenin hukuki tasarruf ehliyetinin bulunup, bulunmadığı 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Dairesinden elde edilen rapora göre belirleneceğinden, davacınında buradan elde edilen 24.02.2010 tarihli rapora göre akit tarihlerinde ehliyetli olduğu saptandığına göre, bazı istisnai durumlar dışında 2659 Sayılı Yasanın 15.maddesi hükmü gereğince Adli Tıp Kurumu genel kurulundan rapor alınmasına gerek bulunmadığı anlaşılmakla somut olayda da, genel kuruldan rapor alınmasını gerektirecek olgularda bulunmadığından davacının bu hususa yönelik temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
    Davacının öteki temyiz itirazlarına gelince;
    Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Öte yandan; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
    Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
    Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeleri kapsar biçimde hükme yeterli bir araştırma yapılarak, 2.el konumundaki davalı Veysel"in, Türk Medeni Kanununun 1023.maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağınında açıklıkla saptanması, davacı, vekili azlettiğini de ileri sürdüğünden bu hususunda araştırılması, ondan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
    Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 22.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

     

    Hemen Ara