Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/2645 Esas 2011/2893 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/2645
Karar No: 2011/2893
Karar Tarihi: 14.03.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/2645 Esas 2011/2893 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/2645 E.  ,  2011/2893 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 27/07/2010
    NUMARASI : 2009/416-2010/270

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, ortak miras bırakanları N. S."in kayıt maliki olduğu 28813 ada 4 parsel sayılı taşınmazı, yaşlılığından ve ehliyetinin olmayışından yararlanarak aldığı vekaleti kullanan davalı F.Dursun"un el ve işbirliği içinde olduğu diğer davalı H. A. tapuda satış gibi göstererek temlik ettiğini, gerçekte bedelsiz devir yapıldığını, mirastan mal kaçırmanın amaçlandığını, gerçek satış yapıldığı düşünülse dahi vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, değerinin çok altında bir bedelle devir yapıldığını, murisin zararlandırıldığını, terekesinden satış bedelinin çıkmadığını, saklı payın ihlal edildiğini ileri sürerek tapu kaydının miras payı oranında iptal tescili , olmadığı takdirde satış bedelinin 1/2 sinin ölüm tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteğinde bulunmuştur.
    Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
    Dava; ehliyetsizlik, muris muvazaası vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal tescil olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
    Mahkemece; vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Bilindiği üzere; bir davada 11.04.1990 tarih, 1990/1-152-236 sayılı hukuk genel kurulu kararlarında da belirtildiği üzere birden ziyade hukuksal sebebe dayanılması olanaklıdır. Bu halde, mahkemece önem sırası dikkate alınmak suretiyle her bir hukuki sebep yönünden araştırma yapılması zorunludur.
    O halde eldeki davada önem derecesine göre öncelikle ehliyetsizlik, sonra vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenlerinin irdelenmesi, miras bırakının ehliyetli olduğu ve vekalet görevinin kötüye kullanılmadığının anlaşılması durumunda muris muvazaası iddiasının veya tenkis isteğinin değerlendirilmesi zorunludur.
    Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hâkimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hâkimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
    Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
    Öte yandan; Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Yukarıda sözü edilen ilkeleri ve yasa metinleri çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; Miras bırakanın hukuksal ehliyetten yoksun bulunduğu ya da ehliyetli olmakla birlikte vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı kanısına varıldığı takdirde böyle bir davada pay oranında istekte bulunulamayacağından davanın reddedilmesi aksi halde yukarıda değinildiği üzere muvazaa veya tenkis araştırılmasının yapılması gereklidir.
    Davalıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nu 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara