Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalı adına kayıtlı olan 229 ada 3, 301 ada 30 ve 31 parsel sayılı taşınmazların kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile terkin isteminde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Dairece;"çekişme konusu taşınmazların kadastro tespitine itiraz üzerine verilen kararlar sonucunda 3 nolu parselin 10.5.1978 tarihinde 30 ve 31 nolu parsellerin ise 24.4.1975 tarihinde tapuya tescil edildikleri ve davanın 25.3.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, 25.2.2009 tarihinde kabul edilip 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2.maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen hüküm gereğince, kadastro tespit tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir. Bilindiği üzere, hak düşürücü süre olumsuz dava şartlarından olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Mahkemece, davanın her aşamasında re"sen gözetilmesi gerekli bir kuraldır. Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir" gerekçesiyle bozulması üzerine bozmaya uyularak mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .
Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali ve taşınmazın sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacı hazinenin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Gerçekten de; bozma kararına uyulmuş olmakla tarafları yararına usulü kazanılmış hak oluştuğuna göre bozma ilamında değinilen hususlar gözetilerek gerekli karar ittihazı zorunlu hale gelir. Bu husus kazanılmış hak kuralının bir gereğidir. Mahkemece de bu husus benimsenerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş ise de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 36. maddesi (36/A md.) hükmüne 6099 Sayılı Yasa ile ilave edilen 16. maddesi hükmünde, “kadastroya dayalı işlemlerden dolayı açılacak davalar neticesinde davalı taraf davayı kaybetse dahi yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı hükmü öngörülmüş”, 17. maddesi ile de, anılan hükmün uygulanma zamanı infaz aşamasına kadar uzatılmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; yürürlüğe giren yasa hükmünün geçmişe şamil olarak uygulanması öngörüldüğünde anılan bu husus kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eder. Nitekim anılan 6099 Sayılı Yasanın eldeki davalara da uygulanması gerektiği gözetildiğinde somut olayda hazine yararına usulen kazanılmış bir haktan söz etme olanağı yoktur. Esasen kararın davalı tarafından temyiz edilmemiş olması da neticeye etkili değildir.
Hal böyle olunca; 6099 sayılı Yasa hükümleri gözetilmek suretiyle bir değerlendirme yapılarak yargılama giderleri ve avukatlık ücreti konusunda bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Davacı Hazinenin, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.3.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.