Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalının babadan intikal ile tarafların diğer mirasçılarla birlikte paydaş oldukları 916 parsel sayılı taşınmazda herkesin hak ve hissesinin ayrılacağını söyleyerek Tapu Sicil Müdürlüğü"ne tüm paydaşları getirdiği, imzalarını aldırdığını, ancak taşınmazın tamamının davalı üzerine intikal ettiğini bilahare öğrendiğini, payına karşılık para, menkul veya gayrimenkul almadığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davaya yanıt vermemiştir.
Mahkemece, kanıtlanmayan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Öncelikle; davalıya duruşma gününü bildirir tebligat ile gerekçeli karar ve davacının temyiz dilekçesi tebligatı farklı cezaevlerinde tebliğ edilmiş olup; davalının görevli mi, tutuklu mu, hükümlü mü olduğu anlaşılamamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; taraf teşkili dava şartlarından olup, Türk Medeni Kanununun 407/1. maddesi uyarınca “bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan her ergin kısıtlanır” hükmü uyarınca davalının kısıtlanarak kendisine vasi tayin edilip edilmediğinin araştırılması ve vasi atanmış ise, davanın vasi huzuruyla görülmesi gerektiği gözetilmelidir.
Diğer taraftan; davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkca belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle, HUMK.nun l59. maddesi açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı yasanın l63. maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına
usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki,ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Taraflar, davada avukat marifetiyle de temsil ediliyorsa da, aynı düzenleme ve ilkeler avukat için dahi geçerlidir. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.
Somut olayda; davacıya delillerini hasretmesi ve ibrazı konusunda HUMK.nun 163. maddesine uygun olarak verilmiş bir önel ve kesin önel yoktur. Davacının 03.03.2009 günlü duruşma tutanağına geçen beyanı da, HUMK.nun 151. maddesi gereğince imza ile onaylanmamış olup, davacı yönünden sonuç doğurmayacağından, delillerini ibraz etmesine engel değildir.
Hal böyle olunca, öncelikle davalının durumunun araştırılarak usulüne uygun taraf teşkilinin sağlanması, ondan sonra yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle taraflara delillerini hasretmeleri ve sunmaları konusunda önel ve gerektiğinde usulüne uygun kesin önel verilmesi, delillerin ibrazı halinde, bildirilmiş ise tanık dahil tüm delillerin toplanıp değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.