Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, maliki oldukları 2004 ada 25 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümdeki kiracının çıkartılması için davalı S. vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazı önce davalı H.bu şahsında diğer davalı İ.satış yoluyla devrettiğini, kendilerine bedel de ödenmediğini diğer davalıların da vekil ile el ve işbirliği içerisinde olduklarını ileri sürerek, tapu iptal ve adlarına ½"şer paylı olarak tescil olmazsa tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Davalılardan H.davanın reddini savunmuştur. Diğer davalılar davaya karşı beyanda bulunmamışlardır.
Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar İ.Kuran ve H. S.vekilleri tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 01.03.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat E.Ş,geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vekili Avukat ile temyiz edilen vekili Avukat ve davalı S.K. vekili gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 2004 ada 25 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümün davacıların vekili davalı S.K.tarafından 16.05.2008 tarihli akitle davalı H.S.e, bu davalı tarafından da 26.05.2008 tarihinde davalı İ. Kuran’a satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı ve diğer davalıların da vekil ile el ve işbirliği içerisinde olduklarını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.
Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece son kayıt maliki İbrahim Kuran’ın ediniminde iyi niyetli olmadığı ve ilk el durumundaki Hüseyin’e yapılan temlikin de vekalet görevinin kötüye kullanılarak gerçekleştirildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Oysa, son kayıt maliki İbrahim’in temlik tarihinde bankadaki mevduat hesabından taşınmazın değeri miktarında para çektiği, davalı olan ilk el konumundaki Hüseyin’e ödemede bulunduğu, çekilen para ile taşınmazın gerçek değerinin birbirine yakın olduğu gerek vekil gerekse Hüseyin ile el ve işbirliği içerisinde olmadığı dosya kapsamı ile sabittir. Taşınmazın akitteki değeri her ne kadar cüz’i bir miktar ise de, alım-satım vergisinden kaçınmak için bu şekilde gösterildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere tapu sicillerine güvenilerek iktisapta bulunan kişinin TMK’nun 1023.maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı açıktır. Öyse ise davalı İbrahim’in kötü niyetli olduğu kabul edilemez.
Diğer taraftan taşınmazın satışından kaynaklanan bedelin ödenip ödenmemesi konusunda davacılara teklif edilen yeminin eda edildiği ve bu şekilde davacıların bir bedel almadıkları buna göre vekil olan davalı Serkan ile ilk el durumundaki Hüseyin’in taşınmazın satış bedelinden sorumlu tutulmaları gerekeceği tartışmasızdır.
Hal böyle olunca, davalı İbrahim aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının reddine, diğer davalılar Serkan ve Hüseyin aleyhindeki taşınmazın satışından kaynaklanan bedel isteği bakımından değerin tespit edilerek hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir. Öyle ise, davalı Hüseyin’in temyiz itirazları yerinde olmayıp reddine, davalı İbrahim’in temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 01.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.