Esas No: 2010/14015
Karar No: 2011/1934
Karar Tarihi: 23.02.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/14015 Esas 2011/1934 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ÇAL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/12/2009
NUMARASI : 2007/139-2009/220
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları babaları F. G."ın ölümünden bir kaç ay önce kendilerinden mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğlu S."e verdiği vekaletname ile 11 parça taşınmazının hepsini birden murisin eşine ve davalı S.."in arkadaşları olan davalılar Yaşar ve S."a satış göstererek devrettiğini, işlem tarihinde murisin hukuki ehliyetinin olmadığını, taşınmazları halen S."in kullandığını, davalıların kötüniyetle hareket ettiklerini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile yeniden mirasçılar adına tescilini istemişler, yargılama sırasında davacı Melahat davasından feragat etmiştir.
Davalı F., 4 parça taşınmazın miras payına karşılık kendisine verildiğini, miras bırakanın paylaştırma kastı ile hareket ettiğini, davalı Y.ve S., taşınmazları yatırım amacıyla ve iyiniyetle parasını vererek satın aldıklarını, davalı S., sadece vekil olarak yaptığı işlem için kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, miras bırakanın davacılara daha önce miras hisseleri karşılığı yer verdiğinden mal kaçırma kastı ile hareket etmediğini bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, işlemlerin danışıklı olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı R.Savcı ve davalılar tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilerek, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, temlikin muvazaalı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların miras bırakanı F.G."ın 09.04.2007 tarihinde evli olarak öldüğü, miras bırakana ait 1992, 1994, 6374 parselin tamamı ile 190 parsel sayılı taşınmazın 2/4 payını 21.02.2007 tarihli akitle davalı eşi F.."ye satış yoluyla, 6612 parsel sayılı taşınmazını 06.02.2004 tarihli akitle davalı oğlu S.."e onun da bu taşınmazı 15.12.2006 tarihinde davalı Y."a satış yoluyla, miras bırakana ait 108 ada 21 parsel, 382, 2427, 8020, 8018 ve 8015 parsel sayılı taşınmazların 21.02.2007 tarihinde davalı S.."a satış yoluyla temlik edildiği, tüm mirasçıların davada yer aldıkları anlaşılmaktadır.
Davacılar, miras bırakanlarının akit tarihlerinde ehliyetsiz olduğu ve işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapıldığı iddiaları ile eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olayda, davacıların miras bırakanı F."in maliki olduğu 11 parça taşınmazını 06.02.2004 ve 21.02.2007 tarihli akitlerle davalılara temlik ettiği kayden sabittir.
Öte yandan, davacılar muris muvazaası hukuksal nedenine de dayanmışlardır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. Istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi ve 2659 Sayılı Yasanın 7, 16.maddeleri hükümleri gereğince 4.İhtisas Dairesinden vekaletname ve akit tarihlerinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, miras bırakanın ehliyetsiz çıkması halinde davacı Melahat"ın feragatına değer verilemeyeceği, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaası iddiası üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, öncelikle miras bırakan tarafından davalılara yapılan ve dava konusu edilen temlikler ile davacılara yapılan temliklere ilişkin resmi akit tablolarının getirtilerek yukarıdaki ilkeler doğrultusunda inceleme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.
Tarafların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyl hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.