Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/11277 Esas 2011/1510 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2010/11277
Karar No: 2011/1510

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/11277 Esas 2011/1510 Karar Sayılı İlamı

     Özet:

Bu dava miras bırakanın taşınmazı mirasçıdan mal kaçırma amacıyla damadına muvazaalı olarak satması nedeniyle açılmıştır. Mahkeme, muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Ancak Yargıtay içtihatlarına göre, muvazaada gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlatılması önemlidir. Bu nedenle, taşınmazın satış değeri ile gerçek değeri arasında aşırı fark bulunması, satış bedelinin kısa bir süre önce çekilmesi ve miras bırakanın tüm mal varlığı olan taşınmazı elden çıkarması gibi somut bulgular göz önüne alınarak davanın kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. Kararda, Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerine atıfta bulunulmuştur.
1. Hukuk Dairesi         2010/11277 E.  ,  2011/1510 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : İSTANBUL 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 08/12/2009
    NUMARASI : 2009/262-2009/283

    Taraflar arasında görülen davada;                                                                                            
    Davacı, oğlu A.."ın  miras bırakanı olan dedesi E.. A.."nın 3 ada 91 parsel sayılı  taşınmazdaki  4 numaralı bağımsız bölümü mirasçılardan  mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak damadı olan davalı Sezen"e satış yoluyla devrettiğini ileri sürerek, payı oranında  iptal ve tescil, olmazsa  tenkis  isteminde bulunmuştur.
    Davalılar, davanın reddini  savunmuşlardır.
    Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; “......mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen gerekleri tam olarak yerine getirilmemiş, davacı A.. davaya davet edilmemiş, yalnızca davayı takip eden avukata tebligat çıkartılmış, avukatın vekaletname ibraz etmemesi üzerine de, usulen açılmış bir davadan söz edilemeyeceğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir.Bilindiği gibi, bozma ilamına uyulmakla  taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğacağı ve bozmada öngörüldüğü şekilde işlem yapılmasının zorunlu hale geleceği kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, davada yer almasının sağlanması bakımından davacı A.. adına davetiye çıkartılması ve davete uyduğu takdirde onun huzuruyla davanın sürdürülüp sonuçlandırılması gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir” gerekçesiyle bozulmuş olup, Mahkemece bozmaya uyularak miras bırakanın mal kaçırma kastının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine  karar verilmiştir.                          
    Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 15.02.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Vahap Keşkek geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali,tescil olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, Mahkemece önceden kurulan kararların temyizi üzerine Dairece verilen bozma kararları çerçevesinde gerekli araştırma ve inceleme yapılarak usuli eksiklikler tamamlandıktan sonra  davanın subut bulmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
    Gerçekten de, davalılardan A..A.."nın dava ile ve çekişme konusu taşınmazla herhangi bir ilgisi bulunmadığından onun hakkındaki davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur.
    Ancak, davacı miras bırakanın davalıya yapmış olduğu taşınmaz temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.
    Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
    Bu durumda  yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay  sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. 
    Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
    Somut olaya gelince: davacı A.."ın; mirasbırakanın, kendisinden önce ölen oğlu Atilla"dan olma torunu, davalı Sezen ise kızı A.."in kocası yani damadıdır. Her nekadar, mahkemece muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de taşınmazın satış değeri ile gerçek değeri arasında çok aşırı fark bulunduğu, satış bedeli olarak miras bırakan ile A..."in müşterek hesabına 30.000.-TL yatırıldığı banka kayıtları ile sabit ise de anılan paranın miras bırakanın ölümünden çok kısa bir zaman  önce çekildiği, ancak paranın muris tarafından çekildiğinin belli olmadığı ve ölümü ile de terekesinden para çıkmadığı sabittir.
    Öte yandan, dinlenilen tanıklar temlike konu edilen taşınmazın miras bırakanın tüm mal varlığı olduğunu ve ölünceye kadar da bu yerde oturduğunu bildirmişlerdir. Hemen belirtilmelidir ki, bir kimsenin tüm mal varlığını teşkil edecek nitelikteki oturduğu taşınmazını elden çıkarmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğü söylenemez.
    Öyle ise, somut bulgular ve olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanın taşınmazı temlikteki gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmelidir. 
    Hal böyle olunca, davanın kabulüne  karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
    Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 15.02.2011  tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 


    .

    Hemen Ara