Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın mal kaçırmak amacıyla 6 parça taşınmazı eşi davalı V..’ye satış suretiyle, onun da 4 parça taşınmazı diğer davalıya hibe yoluyla temlik ettiğini, satışların gerçek olmadığını, murisin tasarruf ehliyetinin bulunmadığını, devirlerin usulsüz olduğunu ileri sürüp tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların davalılara temlikinin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı S..ve dahili davalılar ile karşı temyiz eden davacı H.İ.. ve dahili davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakan Y...’un 2730 parselin ½ payını davalı V..’ye 04.06.1997 tarihli akitle, 612, 1067, 1068, 3719, 3721 parsel sayılı taşınmazları ise 15.03.2005 tarihli akitle satış suretiyle ikinci eşi davalı V..’ye, onun da 1067, 1068, 3719 ve 2730 parsel sayılı taşınmazları 18.07.2007 tarihli akitle diğer davalı kızı S..’ya hibe suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, anılan temliklerin miras bırakanın ehliyetsiz olduğu dönemde ve mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152 - 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Önem derecesine göre, bu nedenlerin sırayla araştırılması gerekir. Somut olayda, öncelikle kamu düzenini ilgilendirdiğinden ehliyetsizlik hukuksal nedeni üzerinde durulmalıdır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olayda; ehliyetsizlik iddiası bakımından mahkemece bir araştırma ve inceleme yapılmış değildir.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi ve 2659 Sayılı Yasanın 7, 16. maddeleri hükümleri gereğince 4. İhtisas Dairesinden akit tarihlerinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise muvazaa iddiası üzerinde durularak bir hüküm kurulması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde karar verilmesi doğru olmadığı gibi, kabule göre de, doğru sicil oluşturma ilkesine aykırı olarak, Türk Medeni Yasasının 28. maddesi uyarınca, ölümle hukuki şahsiyet son bulacağına göre davacı İrfan’ın mirasçılık belgesindeki mirasçıları adına miras payları oranında tescile karar verilmesi gerekirken, ölü davacı İrfan adına tescil hükmü kurulmuş olması da doğru değildir.
Tarafların bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.