Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 5417 sayılı parseldeki 1/4 payının cebri satış yoluyla takip alacaklısı M.Y."e satıldığını, açtığı menfi tespit davası devam ederken de M.Y."in çekişmeli payı muvazaalı biçimde davalı A.. T.."ye devrettiğini, menfi tespit davası sonunda M.. Y."e borçlu olmadığının tespit edildiğini, böylece cebri satışın dayanaksız kaldığını ileri sürerek iptal-tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, taşınmazı tapuya güvenerek iyiniyetle satın aldığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, tescilin yolsuz şekilde oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, yolsuz tescil iddiasına dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 5417 sayılı parseldeki çekişmeli 1/4 pay davacı adına kayıtlı iken, M. Y."in iki adet çek nedeniyle 17.02.2000 tarihinde davacı aleyhine başlattığı icra takibi sonucunda 06.04.2004 tarihli cebri ihalede M. Y. tarafından satın alındığı ve ihalenin kesinleşmesiyle de bu durumun sicile yansıtıldığı; diğer taraftan, hakkındaki icra takibi devam ederken davacı tarafından 07.11.2002 tarihinde M.Y.aleyhine 2002/1888 es. s. menfi tespit davası açıldığı, yargılaması sürerken M. Y."in cebri ihaleden edindiği çekişmeli payı 03.05.2005 tarihinde A.T."ye sattığı, anılan menfi tespit davasının sonucunda ise davacının icra takibine konu iki adet çekten dolayı M. Y."e borçlu olmadığının tespitine karar verildiği ve kararın 27.11.2006"da kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Davacı, icra alacaklısı M.. Y.."e borcu olmadığının tespit edilmesiyle cebri ihalenin dayanaksız kaldığını, çekişmeli 1/4 payın M.Y.tarafından davalı A.T."ye satışının da danışıklı biçimde gerçekleştiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Gerçekten de, davacının icra alacaklısı M.. Y."e borcu bulunmadığı tespit edidiğine göre, cebri ihalenin ve sonucunda M. Y.adına oluşan kaydın hukuki dayanaktan yoksun hale geldiği ve yolsuz tescil niteliğinde olduğu tartışmasızdır.
Ne var ki, çekişmeli payı M..t Y."den satın alan ikinci el konumundaki Davalı A. T."nin TMK."nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağı üzerinde durulmamıştır.
Bilindiği üzere, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ancak, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı"" ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, davalı A.Tepe hakkında yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde soruşturma yapılması, ortaya çıkacak bulguların tüm delillerle birlikte değerlendirilmesi ve çekişmeli payı ediniminin korunup korunamayacağı açıklığa kavuşturularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.