Esas No: 2010/13378
Karar No: 2011/822
Karar Tarihi: 26.01.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/13378 Esas 2011/822 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : GÖNEN(BALIKESİR) ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/07/2010
NUMARASI : 2009/52-2010/410
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı,510 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 6 nolu dairenin maliki iken bu taşınmazın kiraya verilmesi, devri hakkında annesi Necla"ya vekaletname verdiğini, daha sonra annesini vekaletten azlettiğini, azilnameyi tebliğ alan annesinin aynı gün damadının ortağı olan davalıya taşınmazı muvazaalı olarak devrettiğini, azilden sonra yapılan devrin geçersiz olduğunu ileri sürüp tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, dava konusu taşınmazı vekaletnameye ve tapu kayıtlarına güvenerek satın aldığını, muvazaa iddiasının doğru olmadığını bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, dava dışı vekil Necla"nın azledilmesine rağmen ve azilden sonra çekişmeli taşınmazını davalı A."a temlik edildiği iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere: Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Vekaletten azil durumunda vekilin ve alıcının hukuki durumlarına gelince; bilindiği gibi Borçlar Kanununun 386. maddesi ile tanımı yapılan vekalet ilişkisi aynı yasanın 387. maddesinde belirtildiği şekilde kurulur. Bu suretle kurulan ilişkinin hüküm ve şümulü Yasanın 388-395. maddeleriyle düzenlenmiş, eldeki dava bakımından önem taşıyan "azil" keyfiyeti ise vekaletin sona erme nedeni olarak Yasanın 396. maddesinde dile getirilmiştir.
Bu düzenlemeler incelendiğinde görüleceği gibi, anılan hükümler tamamen vekil eden ile vekil arasındaki vekalet bağıtının kuruluşu kapsamı ve neticeleri ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla öğreti ve uygulamada iç temsil olarak da nitelendirilen vekil-vekileden arasındaki ilişkiler belirtilen yasal düzenlemelerin konusunu oluşturmaktadır.
Gerçekten vekillik, vekil ile vekileden arasında bir iç ilişkiden ibarettir. Aralarında bir borç ilişkisi meydana gelir. Hak ve borçlar vekil ile vekil edeni ilgilendirir. Vekillik sözleşmesine dayanan temsil ise etkisini dış ilişkide gösterir.
Vekil, vekil edenle yaptığı sözleşme uyarınca üçüncü bir kişi ile hukuki bağıt kurduğu takdirde, bu kez dış temsil ilişkisinin söz konusu olacağı ve ortaya çıkan çekişmeler bakımından Borçlar Kanununun temsile dair 32 ve takip eden maddeleri dikkate alınmak suretiyle çözüm yollarının aranacağı kuşkusuzdur.Vekalet, temsil edilenle (vekil eden) üçüncü kişi arasında bir hukuksal ilişki kurulmasını sağlar. Somut olayda, davacı noterden düzenlenen satış yetkisini içeren vekaletname vererek bu suretle vekilin bu konudaki temsil yetkisini üçüncü kişilere (satış akdine taraf olan) bildirmiş olmaktadır. Bu aşamada Borçlar Kanununun 34/III. maddesinin uygulama alanının ortaya çıkacağı tartışmasızdır.
Temsil edilen, üçüncü kişilere temsil yetkisinin verildiğini bildirmesine rağmen, bu yetkinin daraltıldığını ya da kaldırıldığını bildirmemişse temsilci, yetkisinin sona erdiğini bilerek hareket etmiş olsa bile, o şahısla yapacağı sözleşmeden doğan hak ve borçlar temsil olunanın hukuk alanında doğar ve onu bağlar. (BK. 34/III) Böyle bir düzenleme ile yasa koyucunun amacının üçüncü şahısların hukukunu korumak olduğu tartışmadan uzaktır.
Tabii ki temsil edilen kimse, temsil yetkisinin kaldırıldığını üçüncü kişiye bildirmiş ise, bunu ona karşı ileri sürebilme hakkına sahip olacaktır. Bunun yanında üçüncü kişi, temsil edilenden bir bildirim almamakla birlikte, yetkinin son bulduğunu başka bir suretle öğrendiği takdirde de Borçlar Kanunun 34/III. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacaktır.
Somut olayda, davacı dava dışı Necla"ya 24.08.2000 tarihinde satış yetkisi içeren vekaletname vermiş, 19.01.2009 tarihinde ise vekaletten azletmiştir.Bu azil keyfiyeti vekile 6.02.2009 tarihinde tebliğ edilmiş, aynı gün saat 14.40 "da tapuda satış işlemi yapılmıştır.
Olayda sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için öncelikle davacının azil keyfiyetinin Tapu Sicil Müdürlüğüne bildirip bildirmediği ve vekile hangi saatte tebliğ edildiği, diğer bir deyişle vekilin azletmiş olduğunu bilmesine karşın vekil gibi hareket edip etmediğinin duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması ve ayrıca vekil azledildiğini bilmiyorsa taşınmazı temellük edenin bilip bilmediğinin veya bilmesi gerekli konumda olup olmadığının ortaya çıkartılması (BK. 37 md ve 398 md) öte yandan taşınmazın gerçek değeri ile işlem sırasında gösterilen bedel arasında açık, aşırı fark bulunup bulunmadığının belirlenmesi zorunludur.Keza davacı delil listesinde C.Başsavcılığındaki bir soruşturmaya dayandığını bildirmiş, mahkeme bu konuda herhangi bir araştırma yoluna gitmemiş, soruşturmanın neyle ilgili olduğu ve olaya bir etkisinin olup olmayacağı değerlendirilmemiştir.
Hal böyle olunca, sözü edilen hususlar ve olguların yukarıda özetlenen ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün HUMK"nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.