Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakanı M.. Ö.."a, kızı olan davalı F.."nin mahkeme kararı ile danışman olarak atandığını, miras bırakanın kayden malik olduğu 2360 ve 5144 parsel sayılı taşınmazlarını Ölünceye Kadar Bakma Akti ile F.."nin eşi olan diğer davalıya devrettiğini, devir sırasında miras bırakanın fiil ehliyetinin yerinde olmadığı gibi davalı F.."nin danışmanlık görevini de kötüye kullandığını ileri sürerek, tapu iptal ve miras payı oranında tescil olmazsa tenkise karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında ölümü ile davaya dahil olan mirasçıları, davacının taleplerini tekrar etmişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan alınan rapora göre miras bırakanın akit tarihinde fiil ehliyetinin bulunduğu, davalı Nevzat"ın bakım borcunu yerine getirdiği ve temliklerin muvazaalı olmadığı, bunun yanısıra miras bırakanın yasal danışmana gerek kalmadan medeni haklarını kullanma imkanının olduğu gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, dahili davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü
Dava, tapu iptali ve tescil, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesinin içeriği ve dosyada mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının ehliyetsizlik ve danışmanlık görevinin kötüye kullanılmasının yanısıra, miras bırakanın çekişme konusu taşınmazları ölünceye kadar bakma akti ile davalıya devretmesinde gerçek amacının kendisinden mal kaçırmaya yönelik olduğunu ileri sürerek muris muvazaası hukuksal nedenine de dayandığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, HUMK 76. maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.4.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.
Toplanan deliller ve dosya içeriğine göre; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınan 21.05.2008 tarihli rapora göre miras bırakanın akit tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğunun, bunun yanısıra murise yasal danışman atansa dahi Türk Medeni Kanunun 429. maddesi gereğince taşınmaz devretme hususunda serbest olduğunun belirlenerek ehliyetsizlik ve danışmanlık görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacıların bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine,
Ancak; miras bırakanın hukuki ehliyetinin bulunduğu saptandığına ve yukarıda değinildiği üzere davacının aynı zamanda muris muvazaası, hukuksal nedenine dayanması sebebi ile bu yönden de araştırma yapılması gerektiği kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Hal böyle olunca, muris muvazaası yönünden yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri delillerin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilerek soruşturmanın tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.