Esas No: 2010/13189
Karar No: 2011/322
Karar Tarihi: 19.01.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/13189 Esas 2011/322 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : GAZİANTEP 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/11/2008
NUMARASI : 2007/565-2008/567
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, babalarından kalan taşınmazların intikali için davalı T.. S.."ye vekalet verdiklerini, gördükleri lüzum üzerine davalıyı vekaletten azlettiklerini, buna ilişkin tebligatların tebliğ edilmesine rağmen, davalının azil tarihinden sonra vekaletleri kullanarak 6 parça taşınmazdaki paylarını kötüniyetli olan diğer davalıya değerinin çok altında devrettiğini, devir tarihinde davalı T.."in vekalet görevinin bulunmadığını, diğer davalının da danışıklı hareket ettiğini, kaldı ki satıştan kendilerine de herhangi bir bedel de ödenmediğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil, olmazsa taşınmazların değerinin tespit edilerek davalı T.."den tahsilini istemişlerdir.
Davalı T.. S.., azilnamelerin kendisine tebliğ edilmediğini, verilen vekaletlere istinaden dava konusu taşınmazları azledilmeden önce satış vaadi sözleşmesi ile diğer davalıya sattığı için daha sonra da tapuda devrini yaptığını, satış bedellerini de davacılara ödediğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Davalı M..T.., çekişme konusu taşınmazların değerini ödeyerek satış vaadi sözleşmesi ile satın aldığını, tapu devrinin daha sonra yapıldığını, diğer davalı ile davacılar arasındaki iç ilişkiyi bilmediğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalı M.."in tapu kaydına ve verilen vekalete istinaden taşınmazları satın almış olduğu ve azilnameden bilgisinin olmasının mümkün olmadığı gerekçesi ile davalı M.. yönünden davanın reddine, davacıların taşınmazların satışından herhangi bir bedel almadıklarının anlaşıldığı gerekçesi ile davalı T..yönünden açılan tazminat davasının kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Davacılar dilekçelerinde; davalılardan T.."e 01.02.2002 tarihinde geniş yetkili vekaletname verdiklerini, asıl amaçlarının miras paylarının intikalini sağlamak olduğunu, daha sonra 30.04.2007 tarihinde davacılar S.ve M.."in, vekil T.."i vekillikten azlettiklerini, diğer davacı E.."nin de keza 22.10.2007 tarihinde azlettiğini, buna rağmen çekişmeli 6 parça taşınmazın, vekil sıfatıyla davalı Tahir tarafından diğer davalı M.."e satış suretiyle devrinin yapıldığını ileri sürerek iptal ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğinde bulunmuşlardır.
Mahkemece iptal ve tescil isteğinin reddine, 18.095,01-TL tazminatın davalı T.."den tahsiline karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğinden, azilnamelerin vekile ne şekilde tebliğ edildiği, tapu idaresine bildirilip bildirilmediği anlaşılamamaktadır.
Öte yandan; davalı vekil aslında önceden kendisine verilen yetkiye dayanarak satış vaadinde bulunduğunu, daha sonra temlikin satış vaadinin yerine getirilmesi anlamını taşıdığını savunmuş, mahkemece atanan bilirkişiler ise; gerçek değerin tapudaki işlem sırasında gösterilen değerden aşağı olduğunu bildirmişlerdir.
Bilindiği üzere; 22.02.1941 tarih 87 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi, aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça yahut halin icabından anlaşılmadıkça temsil yetkisi; mümessilin (vekilin) veya temsil edilenin (vekil edenin) ölümü, gaiplik hükmünün ilanı veya vekil ya da vekil edenin yahut her ikisinin iflas ilan etmeleri veyahut da medeni hakların kullanılması yeteneğinin kaybedilmesi ve benzer hallerde son bulacağı gibi (B.K. 35, 397. Md.) vekaletten istifa ve azil de (B.K. 398.Md) temsil yetkisini sona erdiren nedenlerdendir.
Ayrıca, Borçlar Kanununun 37.maddesi hükmünce mümessil (vekil) kendi selahiyetinin son bulduğuna vakıf olmadığı müddetçe, temsil edilen (vekil eden) yahut halefleri bu yetki henüz baki imiş gibi vekilin muamelesi ile alacaklı veya borçlu olurlar.
Başka bir ifadeyle vekilin vekaleten yaptığı tasarruf veya tasarruflardan vekil edenin sorumlu olmaması için vekilin vekalet görevinin sona erdiğini bilmesi gerekir.
Bunun yanısıra Borçlar Kanununun 37/2.maddesi hükmü uyarınca vekil ile işlem yapan üçüncü kişilerin de bu tasarruftan kaynaklanan elde ettikleri hakların korunabilmesi bakımından vekilin yetkisinin son bulduğunu bilmemeleri gerekir.
Diğer taraftan, davacılar gerek dava dilekçelerinde gerekse sonraki yazılı beyanlarında tanık listesi vermelerine karşın, mahkemece, bu konuda istek olmadığı yönündeki gerekçe ile tanıkların dinlenmemiş olması yerinde değildir. Ayrıca; davalı vekil Tahir"in bedeli davacılara aktardığına ilişkin savunması yönünden icra edilen yeminin de HUMK" un 339. maddesine uygun olduğu söylenemez.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma ve soruşturma yapılması, taraf tanıklarının dinlenmesi, 30.04.2007 ve 22.10.2007 tarihli azilnamelerin tebliğinin araştırılması, Borçlar Kanununun 37. ve 398. maddelerinde öngörülen unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması, ondan sonra önce iptal ve tescil konusundaki isteğin gözetilmesi, iptal ve tescilin mümkün görülmemesi halinde davalı Tahir"in, hükmü temyiz etmediği nazara alınarak, usulü kazanılmış hak hükümleri de dikkate alınmak suretiyle, tazminat talebinin sonuca bağlanması gerekirken, noksan soruşturma ile karar verilmesi doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.