Esas No: 2012/9150
Karar No: 2012/16006
Karar Tarihi: 7.12.2012
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/9150 Esas 2012/16006 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : LÜLEBURGAZ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/04/2012
NUMARASI : 2009/420-2012/176
Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .. raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece, muvazaa iddiası yazılı delille ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacı Ö.ve diğer mirasçılardan K. T. E. T. ve A.T.’in miras bırakan Ş.T.’den intikal edecek taşınmazların intikalini yaptırması ve satış yetkisini içerecek şekilde anneleri L.T.’e 25.10.2000 tarihinde vekaletname verdikleri, vekil L.’nin anılan vekaletname ile 21.11.2000 tarihli akitle 17 parça taşınmazın miras bırakan Ş.T.’den mirasçılarına intikalini yaptırarak kendi miras payı da dahil tüm mirasçıların miras paylarını satış suretiyle diğer mirasçı davalı C. T.’e satış suretiyle temlik ettiği, satıştan sonra bir kısım taşınmazların ifraz görmek suretiyle yeni parsellerin oluştuğu anlaşılmaktadır.
Davacı, miras bırakan Ş. T.in ölümü üzerine İstanbul’da oldukları ve miras işleri ile ilgilenemeyeceklerinden diğer bir kısım mirasçılar ile birlikte anneleri L.T.e muristen kalan taşınmazların intikalinin yapılması amacıyla vekalet verdiklerini, vekilin intikali yaptırdıktan sonra vekalet yetkisini kötüye kullanarak kendi payı ile birlikte mirasçıların paylarını diğer mirasçı davalıya satış suretiyle devrettiğini, satışın muvazaalı olup, kendilerine satış karşılığında ödeme yapılmadığını, davalının alım gücü bulunmadığını, vekile karşı dava açma haklarını saklı tuttuğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Ne var ki, mahkemece, vekalet görevi kötüye kullanılarak taşınmazların temlik edildiği iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 506/2) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı hukuki nitelendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacının açıklanan yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün(6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.12 .2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.