Yanlar arasında görülen yıkım davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, 2981-3290 Sayılı Yasa uyarınca oluşan taşınmaza yönelik elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalılardan İsrafil’e gerekçeli kararının 08.05.2012 tarihinde tebliğ edildiği, temyiz dilekçesinin ise 20.06.2012 tarihinde verildiği, bu durumda 15 günlük temyiz süresi geçmiş olduğundan 1086 Sayılı HUMK’nun 432. maddesi ve Yüksek Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 01.06.1990 tarih ve 3/4 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca davalı İsrafin’in temyiz isteğinin reddine,
Diğer davalıların temyiz isteğine gelince; bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı HUMY"nın 388, 6100 sayılı HMK"nın 298. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 1086 sayılı HUMY"nın 389., yine 6100 sayılı HMK."nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.
Ne varki, uygulamada 1086 sayılı HUMY"nın 381.maddesinin son fıkrasının 6100 sayılı HMK."nın 294.maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkca gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Değinilen ilke ve yasa hükümleri gözardı edilerek, mahkemece kısa kararda yer almadığı halde, gerekçeli kararda muhtesat bedeli ödeninceye kadar yıkımına karar verilen yapı üzerinde davalı taraf yararına hapis hakkı tanınmasına denilmek suretiyle kısa karar ile çelişkili olarak gerekçeli karar yazılması doğru değildir.
Bir kısım davalıların temyiz itirazının kabulü ile, hükmün (6100 Sayılı HMK’nun geçici 3/2. maddesi yollamasıyla) l0.4.l992 gün, l992/7 Esas, l992/4 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı çerçevesinde bir karar verilmek üzere 1086 Sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.12..2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.