Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, Hazine, davalı şirkete ait .. parsel sayılı taşınmazın toplam 7071.88 m²"lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, 4379,86 m²"lik kısmının ise kıyı kenar çizgisi dışında ancak kıyının devamı niteliğindeki kumluk alan olduğunu kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek, taşınmazın 7071.88 m²"lik kısmının tespit dışı bırakılmasına, 4379.86 m²"lik kısmının tescile tabi olmayan kısmının tesbit dışı bırakılmasına, tescile tabi olan kısmının ise Hazine adına tapuya Tesciline ve elatmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; 6099 sayılı Yasa hükümleri gözetilerek yargılama giderleri yönünden değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafça süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü
Dava; tapu iptali, kayıt terkini ve elatmanın önlenmesi isteğine ilişkin olup, yerel mahkemece son kurulan hükmün temyizi üzerine; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca hak düşürücü süreden dolayı davanın reddinin doğru olduğu, ancak 19.01.2011 tarihinde yürülüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesi hükmüne bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulup tutulamayacağı hususunun değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu görülmektedir.Gerçekten de; işin esası bakımından 5841 sayılı Yasanın yürürlüğü döneminde davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olması doğrudur. Ancak anılan yasa Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş, daha sonra ise karar resmi gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Öyleyse, davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi"nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer. Hal böyle olunca; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.1.2011 tarihde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümleri de gözetilerek taraf iddiaları doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.
Davacı Hazine"nin, temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 09.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.