Esas No: 2011/11525
Karar No: 2012/992
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/11525 Esas 2012/992 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: SİVAS 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/10/2010
NUMARASI : 2009/307-2010/378
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, 37 sayılı parselin 2. derece doğal ve arkeolojik sit alanında kaldığını, zilyetlikle kazanılamıyacağını ileri sürerek, iptal-tescil isteğinde bulunmuştur.
Bir kısım davalılar davanın reddini savunmuşlar, diğerleri davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, Hazine tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, 2863 Sayılı Yasa"dan kaynaklanan tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Davacı Hazine, çekişme konusu 37 sayılı parselin Kültür ve Tabiat Varlıklar Koruma Kurulunun 08.11.2001 tarihli kararıyla 2. derece doğal ve arkeolojik sit alanında kaldığını, zilyetlikle kazanılamıyacağını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece, mülkiyet hakkının Koruma Kurulununun kararından önce kazanıldığı ve 2863 Sayılı Yasa"ya herhangi bir aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosyada toplanan delillerden, davaya konu taşınmazın 1999 yılında yapılan kadastro tespitinde 24.08.1967 tarih 8 sayılı tapu kaydına dayalı olarak .ada .. parsel no"suyla ve 14400 m2. çayır vasfıyla kişiler adına tespit gördüğü; kadastro tespitine karşı 3. kişi tarafından Kadastro Mahkemesinde açılan 2003/47 es.s. tespite itiraz davasının feragat nedeniyle 14.03.2003 tarihinde reddedildiği ve 10.04.2003 tarihinde kesinleştiği; böylece çapa bağlanan 29 sayılı parselin 23.09.2005"te ifraz edilerek 37 parsel (1411 m2. çayır) ve .. parsel (288,48 m2. kanal) sayılı taşınmazlara ayrıldığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, Kültür ve Tabiat Varlıklar Koruma Kurulunun 08.11.2001 tarihli kararıyla taşınmazın 2. derece doğal ve arkeolojik sit alanına alındığı da sabittir.
Öte yandan, 23.07.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2863 Sayılı Yasa"nın 11. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde “Ancak, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile bunların korunma alanları, zilyedlik yoluyla iktisap edilemez.” hükmüne yer verildiği; 27.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5226 Sayılı Kanun ile, anılan cümleye "korunma alanları" ibaresinden sonra gelmek üzere ",sit alanları" ibaresinin eklendiği; 30.05.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5663 Sayılı Yasa ile de, anılan cümlenin "Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez." şeklinde değiştirildiği görülmektedir. Değinilen olgular ve yasal düzenlemeler ile davada ileri sürülen iddianın içeriği dikkate alındığında, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinde dayanağını oluşturan tapu kaydının mahalline uygulanması zorunluluğu bulunduğu açıktır.
Ne var ki, mahkemece bu yönde bir araştırma ve uygulama yapılmış değildir.
Bilindiği üzere, harita ve krokisi bulunan tapu kayıtlarına TMK."nun 719. ve 3402 Sayılı Kadastro Kanunu"nun 20.maddesi uyarınca kapsam belirleneceği kuşkusuzdur.Ancak böyle bir harita ve kroki yoksa veya uygulanabilir nitelik taşımıyorsa, öncelikle tapu kaydının ilk tesisinden itibaren tüm gittileri ile birlikte Tapu Sicil Müdürlüğünden istenilmesi, gitti kayıtlarının yüzölçümlerinde veya sınırlarında bir değişiklik varsa, dayandığı belgelerin incelenip doğru ve yasal bir nedenin bulunup bulunmadığının araştırılması, doğru esasa dayanmıyorsa ilk tesisindeki sınırlara itibar edilmesi, ayrıca uygulamada yararlanmak üzere varsa komşu taşınmaz kayıtlarının getirtilmesi, böylece yanların dayandığı tüm belgeler toplandıktan ve dosya öteki yönlerden de keşfe hazır hale geldikten sonra yöreyi iyi bilen yaşlı ve yansız yerel bilirkişi veya bilirkişiler aracılığı ile uygulama yapılması, kayıtlardaki her sınır yerel bilirkişi veya bilirkişilerden sorulup arazi üzerinde tespit edilmesi, gerektiğinde sınırlar hakkında açıklayıcı ve doyurucu bilgiler alınması, bilinmeyen sınırlar yönünden taraflara tanık dinletme olanağının sağlanması, komşu taşınmaz kayıtlarının da aynı şekilde uygulanarak yerel bilirkişi ve tanık sözlerinin denetlenmesi gerekir.
Bunun yanında, sınırlar değişebilir nitelikte ise veya tam olarak kapanmayıp açık yönler kalıyorsa, değişmez sınırlarla bağlantı kesilmemek suretiyle kayda miktarı ile kapsam tayin edilmesi, ayrıca tapu fen memuru veya mühendisi sıfat ve yeteneğini taşıyan uzman bilirkişi veya bilirkişilerden keşifte saptanan bilgi ve bulgulara uygun ve uygulamayı tam olarak yansıtan, infaza elverişli rapor ve kroki alınması zorunludur.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve uygulama yapılarak taşınmazın dayanak tapu kaydı kapsamında kalıp kalmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi yerine, eksik soruşturma ile yetinilip hüküm kurulması doğru değildir.
Hazinenin temyiz itirazı açıklanan nednlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.