Esas No: 2011/14373
Karar No: 2012/988
Karar Tarihi: 08.02.2012
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/14373 Esas 2012/988 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: ÇEŞME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/10/2009
NUMARASI : 2007/224-2009/373
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, davalı ile ortak murisleri olan Z.."nın 2544 sayılı parselini kendilerinden mal kaçırma amacıyla davalı oğluna devrettiğini, davalının da taşınmazı üçüncü kişiye sattığını ileri sürerek, miras payları oranında tazminata karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, süre itirazında da bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı ve taşınmazın kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin de geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesince duruşması yapıldıktan sonra dosya görevsizlikle Daireye gönderilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, muris muvazaası nedenine dayalı tazminat isteğine ilişkindir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, çekişmeli taşınmazın tapuda muris Z.. adına kayıtlı iken,18.08.1965 tarihli resmi akitle davalı oğlu Y.."a satış yoluyla devredildiği, bu suretle davalı adına oluşan tapu kaydının 1973 yılında yapılan kadastro tespitinde 2544 sayılı parsele revizyon gördüğü ve tespitin 28.10.1974 tarihinde kesinleştiği; daha sonra taşınmazın davalı Yılmaz tarafından 31.08.2005 tarihinde üçüncü kişiye satıldığı; muris Z...."nın 25.04.1976 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.
M.. 3 kızı ile 6 torunu, Y.. aleyhine eldeki davayı açarak tazminat isteğinde bulunmuşlardır.
Mahkemece, kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren davanın açıldığı 25.06.2007 tarihine kadar 3402 Sayılı Kadastro Yasası"nın 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden de söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, bu tür isteklerde dava hakkının murisin ölümüyle ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. Kadastro Yasası"nın 12/3.maddesindeki düzenlemeye göre, kadastro tespit tutanağında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilemez ve dava açılamaz. Başka bir ifadeyle, anılan süre ancak hakkın kadastro tespit tutanağının tanzim tarihinden önce doğması halinde uygulama imkanına kavuşur. Tutanağın tanziminden sonra doğan haklara ilişkin açılan davalarda uygulama yeri yoktur. Miras bırakanın ölümü ile tereke intikal eder ve terekenin açılmasıyla mirasçılar tereke üzerinde hak sahibi olurlar.
Somut olayda, kadastro tespitinin 1973 yılında yapıldığı, miras bırakanın ise tespitten sonra 25.04.1976 tarihinde öldüğü gözetildiğinde, 3402 Sayılı Yasa"nın 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin uygulanma yeri bulunmadığı açıktır.
Diğer yandan, muris muvazaası bakımından da hükme yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında vurgulandığı gibi, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Böyle bir uyuşmazlığın sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Hal böyle olunca, işin esası bakımından yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırma yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacıların temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.