Esas No: 2011/12111
Karar No: 2012/545
Karar Tarihi: 26.01.2012
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/12111 Esas 2012/545 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: KIRKAĞAÇ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/02/2011
NUMARASI : 2007/277-2011/34
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakan A.. Y..’nin yaşlı ve sağlıklı olarak düşünebilecek durumda olmadığı dönemde davalı T.’ın bu durumdan istifade ederek temin ettiği vekaletname ile 437 ada 29 parsel sayılı taşınmazı diğer davalı Y..’a satış suretiyle temlik ettiğini, işlemin sağlık kurulundan rapor alınmadan yapıldığını, satış bedelinin düşük olduğunu, davalıların el ve iş birliği içinde hareket ettiklerini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescilini, olmadığı taktirde taşınmazın bedelinin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, dava konusu taşınmazın bedeli karşılığı satışa konu edildiğini, iddiaların doğru olmadığını, murisin yalnız yaşamakta olup, satışa ihtiyacı bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazı murisin fiil ehliyeti yerinde olarak vekili aracılığıyla davalı Yusuf’a satış suretiyle temlik ettiği, satış bedelinin ödendiği, vekilin vekalet görevini kötüye kullanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan A. Y.’nin vekili davalı T. aracılığıyla çekişme konusu .. ada..parsel sayılı taşınmazı 21.11.2006 tarihli akitle davalı Yusuf’a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı, miras bırakanın vekaletin tanzim ve temlik tarihlerinde hukuki ehliyetinin bulunmadığını, murisin yaşlılığından ve ehliyetsizliğinden faydalanılarak elde edilen vekaletname ile taşınmaz devrinin yapıldığını, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, davalıların el ve iş birliği içinde hareket ettiklerini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarih, 1990/1-152 esas-1990/236 karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir.
Böylesi bir durumda, kamu düzenini ilgilendirmesi bakımından öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmalı, yapılacak araştırma neticesinde miras bırakan A.. Y..’nin ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise, davada dayanılan diğer sebep yönünden gerekli araştırmanın yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.
Oysa, mahkemece ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmadan sonuca gidilmiştir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, 2659 sayılı yasanının 7 ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması, tarafların tüm delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de, mahkemece çekişme konusu taşınmazın satış tarihi ve dava tarihi değerlerinin belirlenmesi bakımından mahallinde üç kez uygulama yapılarak, her defasında farklı değer belirleyen bilirkişi raporlarının hükme dayanak alındığı görülmektedir. Oysa, bilirkişi raporları arasında çelişki giderilmeden sonuca gidilmiş olması doğru değildir. O halde, muris A. Y."nin vekalet ve temlik tarihlerinde hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması durumunda bilirkişi raporları arasında çelişkinin giderilerek, dava konusu taşınmazın satış ve dava tarihi gerçek değerinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde saptanması, zararlandırma kastının olup olmadığının belirlenmesi, hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulmamış olması da doğru değildir.
Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.